T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
KONYA / KADINHANI - Osmancık İmam Hatip Ortaokulu

ATATÜRK

"Atatürk", "Mustafa Kemal" ve "Mustafa Kemal Paşa" buraya yönlendirilmektedir. Diğer kullanımlar için Atatürk (anlam ayrımı)Mustafa Kemal (anlam ayrımı) ve Mustafa Kemal Paşa (anlam ayrımı) sayfalarına bakınız.
Halaskâr[a] · Gazi · Mareşal · Başöğretmen · Ebedi Şef[b]
Mustafa Kemal Atatürk

1317-P.8[1]

1930'larda Atatürk
1. Türkiye cumhurbaşkanı
Görev süresi
29 Ekim 1923 - 10 Kasım 1938
Başbakan İsmet İnönü (1923-24, 25-37)
Fethi Okyar (1924-25)
Celâl Bayar (1937-38)
Yerine geldiği Makam oluşturuldu
Yerine gelen İsmet İnönü
1. İcra Vekilleri Heyeti reisi
Görev süresi
3 Mayıs 1920 - 24 Ocak 1921
Yerine geldiği Makam oluşturuldu
Yerine gelen Fevzi Paşa (Çakmak)
Türk Ordusu başkumandanı
Görev süresi
5 Ağustos 1921 - 29 Ekim 1923
Atayan Türkiye Büyük Millet Meclisi
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı
Görev süresi
24 Nisan 1920 - 29 Ekim 1923
Yerine geldiği Makam oluşturuldu
Yerine gelen Fethi Okyar
1. Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı
Görev süresi
9 Eylül 1923 - 10 Kasım 1938
Yerine geldiği Makam oluşturuldu
Yerine gelen İsmet İnönü
Türkiye Büyük Millet Meclisi
1234 ve 5. dönem milletvekili
Görev süresi
23 Nisan 1920 - 10 Kasım 1938
Seçim bölgesi Genişlet 1920-35 - Ankara
Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti umumî reisi
Görev süresi
7 Eylül 1919 - 9 Eylül 1923
Heyet-i Temsiliye reisi
Görev süresi
24 Ağustos 1919 - 9 Eylül 1923
Fahri yaverân-ı hazret-i şehriyâri
Görev süresi
15 Ağustos 1918 - 9 Temmuz 1919
Hükümdar VI. Mehmed
9. Ordu kıtaatı müfettişi
(sonradan 3. Ordu müfettişi)
Görev süresi
16 Mayıs 1919 - 9 Temmuz 1919
Yıldırım Ordular Grubu kumandanı
Görev süresi
31 Ekim 1918 - 7 Kasım 1918
Yerine geldiği Otto Liman von Sanders
7. Ordu kumandanı
Görev süresi
7 Ağustos 1918 - 7 Kasım 1918
Yerine geldiği Fevzi Paşa
2. Ordu kumandanı
Görev süresi
7 Ağustos 1918 - 7 Kasım 1918
Yerine geldiği Ahmed İzzet Paşa
Kişisel bilgiler
Doğum Ali Rıza oğlu Mustafa
1881
SelanikSelanik VilayetiOsmanlı İmparatorluğu
Ölüm 10 Kasım 1938 (57 yaşında)
Dolmabahçe SarayıİstanbulTürkiye
Ölüm nedeni Siroz
Defin yeri Etnografya MüzesiAnkara (21 Kasım 1938 - 10 Kasım 1953)
Anıtkabir, Ankara
(10 Kasım 1953'ten beri)
39°55′30″K 32°50′13″D
Milliyeti Türk
Partisi  Cumhuriyet Halk Partisi
Diğer siyasi
bağlantıları
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti
İttihat ve Terakki Cemiyeti
Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti
Evlilik(ler) Latife Hanım
(e. 1923; b. 1925)
Bitirdiği okul Mekteb-i Harbiye-i Şahâne
Mekteb-i Erkân-ı Harbiyye-i Şâhâne
Mesleği Asker · Siyasetçi
Hükûmeti I. İcra Vekilleri Heyeti
Ödülleri Liste (24 madalya)
İmzası
Askerî hizmeti
Takma adı Mustafa Şerif Bey[2] (Trablusgarp Savaşı'nda)
Bağlılığı Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu
 Ankara Hükûmeti
Türkiye Türkiye Cumhuriyeti
Branşı Piyade[1]
Hizmet yılları 1902-1927
Rütbesi  Müşîr
(1935'ten sonra mareşal.)
Komutası
Çatışma/savaşları 31 Mart Ayaklanması
Trablusgarp Savaşı
I. Dünya Savaşı
(Çanakkale Cephesi · Kafkasya Cephesi · Sina ve Filistin Cephesi)
Türk Kurtuluş Savaşı
(Batı Cephesi)

Mustafa Kemal Atatürk[c] (1881,[d] SelanikOsmanlı İmparatorluğu - 10 Kasım 1938, İstanbulTürkiye), Türk asker ve devlet adamıdırTürk Kurtuluş Savaşı'nın başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda görev yapan Atatürk, Çanakkale Cephesi'nde miralaylığaSina ve Filistin Cephesi'nde ise Yıldırım Ordular Grubu komutanlığına atandı. Savaşın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisini izleyen Kurtuluş Savaşı ile simgelenen Türk Ulusal Hareketi'ne öncülük ve önderlik etti. Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara Hükûmetini kurdu, Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi'ndeki başarısından dolayı 19 Eylül 1921 tarihinde "gazi" sanını aldı ve mareşallik rütbesine yükseldi. Askerî ve siyasal eylemleriyle İtilaf Devletleri ve destekçilerine karşı yengi kazandı. Savaşın ardından Cumhuriyet Halk Partisini "Halk Fırkası" adıyla kurdu ve ilk genel başkanı oldu. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin İlanı ardından Cumhurbaşkanı seçildi. 1938'deki ölümüne dek dört dönem bu görevi yürütmüş olup günümüze değin Türkiye'de en uzun süre cumhurbaşkanlığı yapmış kişidir.

Atatürk; çağdaş, ilerici ve laik bir ulus devlet kurmak için siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda sekülarist ve milliyetçi nitelikte yenilikler gerçekleştirdi. Yabancılara tanınan ekonomik ayrıcalıklar kaldırıldı ve onlara ait üretim araçları ve demir yolları millîleştirildiTevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile eğitim, Türk hükûmetinin denetimine girdi. Seküler ve bilimsel eğitim esas alındı. Binlerce yeni okul yapıldı. İlköğretim ücretsiz ve zorunlu duruma getirildi. Yabancı okullar devlet denetimine alındı. Köylülerin sırtına yüklenen ağır vergiler azaltıldı. Erkeklerin serpuşlarında ve giysilerinde bazı değişiklikler yapıldı. Takvim, saat ve ölçülerde değişikliklere gidildi. Mecelle kaldırılarak yerine seküler Türk Kanunu Medenisi yürürlüğe konuldu. Kadınların sivil ve siyasal hakları pek çok Batı ülkesinden önce tanındı. Çok eşlilik yasaklandı. Kadınların tanıklığı ve miras hakkı, erkeklerinkiyle eşit duruma getirildi. Benzer olarak, dünyanın çoğu ülkesinden önce olarak Türkiye'de kadınlara ilkin yerel seçimlerde (1930), sonra genel seçimlerde (1934) seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ceza ve borçlar hukukunda seküler yasalar yürürlüğe konuldu. Sanayi Teşvik Kanunu kabul edildi. Toprak reformu için çabalandı. Arap harfleri temelli Osmanlı alfabesinin yerine Latin harfleri temelli yeni Türk alfabesi kabul edildi. Halkı okuryazar kılmak için eğitim seferberliği başlatıldı. Üniversite Reformu gerçekleştirildi. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe konuldu. Sınıf ve durum ayrımı gözeten lakap ve unvanlar kaldırıldı ve soyadları yürürlüğe konuldu. Bağdaşık ve birleşmiş bir ulus yaratılması için Türkleştirme siyaseti yürütüldü.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet DemiryollarıTürk Hava YollarıMaden Tetkik ve Arama Genel MüdürlüğüHıfzıssıhha EnstitüsüTürkkuşuSümerbankEtibankTürk Tarih KurumuTürk Dil KurumuDiyanet İşleri Başkanlığı ve daha birçok kamu kurumu Atatürk tarafından veya Atatürk'ün desteğiyle kuruldu. Yerli tarım, tekstil,[5][6][7] makine, uçak[8][9][10] ve otomobil[11] endüstrilerinin gelişimini destekledi. Tüm bunlara karşın Atatürk'ün hedefleri ile ülkenin sosyopolitik yapısı arasındaki uçurum kapanmadı.[12]

Adı ve soyadı

Mustafa adını babası Ali Rıza Efendi kendi dedesinin adı olduğundan dolayı vermiştir. Çünkü Ali Rıza Efendi'nin babasının adı olan Ahmed adı ağabeylerinden birisine verilmişti.[13] Mustafa'ya neden Kemal isminin verildiğine yönelik ise çeşitli iddialar vardır. Afet İnan, bu ismi ona matematik öğretmeni Üsküplü Mustafa Efendi'nin Kemal adının anlamında olduğu gibi onun "mükemmel ve olgun" olduğunu göstermek için verdiğini söylemiştir.[14] Ali Fuat Cebesoy ise bu adı matematik öğretmeninin onu kendisinden ayırt etmek için koyduğunu belirtir.[15] Atatürk'ün bir biyografisini yazmış olan yazar Andrew Mango ise Mustafa'nın bu adı Namık Kemal'in adında "Kemal" bulunduğu için kendisinin koyduğunu iddia etmektedir.[16]

1921-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal unvan ve adıyla veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal'e 21 Haziran 1934 tarih ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarih ve 2587 sayılı Kemal öz adlı Cümhur Reisimize verilen soyadı hakkında kanun ile Atatürk soyadı verilmiştir.[17][18] Yine aynı kanuna göre "Atatürk" soyadı veya öz adı başka kimse tarafından alınamaz, kullanılamaz.[19]

Gazi Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı Saffet Arıkan'ın armağanıdır. Soyadı Kanunu çıkmasına rağmen Mustafa Kemal'e henüz bir soyadı verilmemişti. Atatürk ifadesi ilk kez II. Türk Dili Kurultayı'nda Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ne başkan seçilen Saffet Arıkan'ın[20] Dil Bayramı için hazırladığı nutkun taslağında yer almıştır. Nutkun taslağına Dolmabahçe Sarayı'nda göz atan Mustafa Kemal, nutkun giriş cümlesinde yer alan Ata Türk ifadesini "çok güzel bir buluş" diyerek beğenmiş ama nutkun sonunda yer alan Türk Atası ifadesini çok iddialı bularak kaldırtmıştır.[21] Dil Bayramı günü İstanbul Radyosu'nda Saffet Arıkan tarafından okunan nutuk, bir gün sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yazılı olarak yayımlanmıştır.[22] Saffet Arıkan, soyadı bulmak amacıyla Atatürk ifadesini kullanmamıştı ama bu ifadeyi çok beğenen Mustafa Kemal, Ankara'ya döndükten sonra fikrini sormak için Naim Hazım Onat'a "Atatürk mü, Türkata mı?" diye sormuş, Naim Hazım Onat da "Birincisi" karşılığını vermiştir. Daha sonradan Naim Hazım Onat'ın da bulunduğu bir sofrada Mustafa Kemal, Atatürk soyadı için Saffet Arıkan'ı göstererek "Beyefendinin armağanlarıdır" demiştir. Atatürk soyadını Arıkan'ın bulduğunu ilk kez orada öğrenen Onat, Arıkan'ın yanına giderek "Bunu siz mi buldunuz?" diye sormuş, Arıkan da gülümseyerek "İltifat buyuruyorlar" demiştir.[23]

Atatürk, Mustafa Kemal adını askeriyede faaliyet gösterdiği yıllar içindeki gelişimi ve başarılarından mütevellit hak ettiği Bey (1911), Paşa (1916) ve Gazi (1921) unvanlarıyla birlikte kullandı ve hem yaşadığı dönemde hem de ölümünden sonra o adla tanınır oldu; cumhurbaşkanlığına seçildiği 1923'ten, kendisine Atatürk soyadının verildiği 1934'e dek gazete gibi medya organlarında ona sıkça "Gazi" denerek hitap edilirdi. 1935'te, Soyadı Kanunu'ndan sonra çıkarılan nüfus cüzdanlarından ikincisinde, Arapça bir ad olan Kemal'i milliyetçi tavrı doğrultusunda Eski Türkçede "büyük kale" anlamına geldiği iddia edilen[24] Kamâl[25] adıyla değiştirdi. 1934 ve 1935'te çıkarılan iki nüfus cüzdanına da Mustafa adı yazılmadı.

Atatürk'ün Kemal yerine kullandığı adla ilgili olarak Atatürk hayatta iken Anadolu Ajansı tarafından şöyle bir açıklama yapılmıştır:

"İstihbaratımıza nazaran, Atatürk'ün taşıdığı Kamâl adı Arapça bir kelime olmadığı gibi, Arapça Kemal kelimesinin delâlet ettiği manada da değildir. Atatürk'ün muhafaza edilen öz adı, Türkçe 'ordu ve kale' manasında olan Kamâl'dır. Son 'â' üstündeki tahfif işareti 'l'i yumuşattığı için, telâffuz hemen hemen Arapça 'Kemal' telâffuzuna yaklaşır."[26]

Ancak doğrudan doğruya kale ve ordu anlamına gelen kamâl sözcüğüne sözlüklerde rastlanılmamaktadır. Özbekçenin açıklamalı bir sözlüğü olan Oʻzbek tilining izohli lugʻati adlı sözlükte qamal sözcüğünün tanımında bu iki sözcük birlikte geçmektedir: Şehir, kale, ordu vb.ni teslim olmaya zorlamak amacıyla düşman koşunlarını kuşatmaya alma ve bu durumda tutma; kuşatma, muhasara.[27] Aynı sözcük Kazakçada "kale" ve "sur" anlamlarına gelmektedir.[28]

Atatürk, 1937 yılının mayıs ayından itibaren adının eski yazılışına (Kemal) geri döndü. Yumuşak bir geçiş yapmak için ya hiç kullanmayarak ya da belgelere "K. Atatürk" imzasını atarak bu ismi elinden geldiğince kullanmaktan kaçındı. Resmî bir açıklama hiç yapılmadı. Ancak Atatürk'ün adının geçtiği konunun Dil Devrimi ile bağlantılı olduğu açıktı.[4]

Çocukluk ve gençlik (1881-1904)

Mustafa Kemal'in Manastır Mekteb-i İdâdî-i Şâhânesi karnesiHarp Okulu'nda arkadaşları ile birlikte, 1901Makbule HanımZübeyde Hanım ve Mustafa Kemal

1839'da Kocacık'ta doğduğu sanılan[29] babası Ali Rıza Efendi, aslen Manastır'a bağlı Debre-i Bâlâ'dandır.[30] Falih Rıfkı AtayVamık VolkanNorman ItzkowitzMüjgân Cunbur, Numan Kartal ve Hasan İzzettin Dinamo'ya göre, babasının ailesi 14-15. yüzyılda Anadolu'dan bölgeye göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir.[29][30][31][32] Babası Ali Rıza'nın bazı yazarlara göre Arnavut asıllı olduğu düşünülmektedir.[33][34][35] Ali Rıza Bey öncelikle dini vakıfları denetleyen bir memur olarak çalışmış, 93 Harbi öncesinde 1876-77 yıllarında yerel birliklerde gönüllü teğmen olarak görev yapmıştır.[33][36] Zübeyde Hanım ile evlendikten sonra Selanik'te gümrük memurluğu ve kereste ticaretiyle meşgul oldu.[37][38]

Annesi Zübeyde Hanım, 1857 yılında Selanik'in batısındaki Langaza'da çiftçi bir ailede doğmuştur. Annesinin kökeni ise Karaman'dan Rumeli'ye gelen Türkmenlerdendir.[39]

Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım 1871 yılında evlendi ve Ali Rıza Bey'in babasına ait olan Yenikapı, Selanik'teki eve yerleştiler.[40][41][42] Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak rumî 1296 (miladî 1880-1881) yılında Selanik'te doğmuştur. Doğum günü bilinmemektedir. Kendisine sorulduğunda ise Samsun'a çıktığı 19 Mayıs tarihini doğum günü kabul etmiştir.[e][43] Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beş kardeşinin ilk dördü küçük yaşta ölmüştür.[44][45]

Öğrenim çağına gelen Mustafa'nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Annesi Mustafa'nın Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebine gitmesini istiyor, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan seküler[36] Mektebi Şemsi İbtidai'nde (Şemsi Efendi Mektebi) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, arkadaşının suçunu üstlenmesi neticesinde yediği falaka cezası sebebiyle bir daha bu okula gitmek istememiştir.[46] Birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebine geçti.[47] Atatürk, okul seçimindeki bu kararı için hayatı boyunca babasına minnettarlık duymuştur.[36] 1888'de babasını kaybetti.[48] Bir süre Rapla Çiftliği'nde annesinin üvey kardeşi[36] Hüseyin'in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra, eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle Selanik'e döndü, halasının yanına yerleşti ve okulunu bitirdi.[49][50] Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik'te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.[51]

Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi'ndeki ev, 1870'te Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878'de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük bir eve taşınmışlardır.[52] Mustafa, seküler bir okul olan ve bürokrat yetiştiren Selânik Mülkiye Rüştiyesine kaydoldu.[36] Ancak muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek annesinin karşı çıkmasına rağmen 1893'te Selânik Askerî Rüştiyesine girdi.[53] Bu okulda matematik öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey, ona anlamı "mükemmellik, olgunluk" olan Kemal ismini verdi.[54] Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal'in düşünce yapısını etkiledi. 1895'te sınıf dördüncüsü olarak mezun oldu.[55] Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisine girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey'in Manastır'daki eğitimin daha iyi olduğu yönündeki tavsiyesine uyarak 1896'da Manastır Askerî İdadisine kaydoldu.[55]

1896-1899 arasında eğitim gördüğü Manastır Askerî İdadisinde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal'in tarihe olan merakını güçlendirdi.[56] Okulda Fransızca öğrendi, Selanik'te geçirdiği yaz tatillerinde de Fransızca kurslarına devam etti.[57] 19 Nisan 1897'de başlayan Osmanlı-Yunan Savaşı'na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem idadi öğrencisi olduğu için hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir.[58] Kasım 1898'de Manastır Askeri İdadisinden sınıf ikincisi olarak mezun oldu.[59][60] 13 Mart 1899'da[61][62] İstanbul'da Mekteb-i Harbiye-i Şahaneye girdi. Harbiye'ye girdikten iki ay sonra sınıf çavuşu oldu.[63] Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi (1317 - P.8) olarak bitirdi ve 10 Şubat 1902'de piyade mülazım (bugünkü ismiyle Teğmen) rütbesiyle kurmay subayların yetiştirildiği Harp Akademisine girmeye hak kazandı.[60][64]

Mekteb-i Harbiye-i Şahane'nin akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebine (Harp Akademisi) devam etti ve kurmay subaylık eğitimi aldı. Harp Akademisi'ndeyken arkadaşları ile birlikte hükûmetin yönetimi ve politikaları konusunda fark ettikleri eksiklik ve hataları açıklamak için elle yazılmış bir gazete çıkardılar. Okul yönetimi tarafından takip edilseler de ceza almadılar ve okul bitene kadar gazete çalışmalarına devam ettiler.[64] 11 Ocak 1905'te kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.[65]

Askerlik (1905-1918)

Erken dönem

Mustafa Kemal (Beyrut, 1906) (Renklendirilmiş)Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal arkadaşları ile Şam'da. (Haziran 1907)

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5. Ordu'ya staj amacıyla gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu'ya bağlı 30. Süvari Alayı'nda gerçekleşti.[66] Bu dönemde düşük rütbeli stajyer bir kurmay subay olarak Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, "küçük savaş" (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam'a döndü. Ekim 1906'da Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile Vatan ve Hürriyet adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik'e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)'in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Tel Aviv'e dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında Bîrüssebi'ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal'i Bîrüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a gönderildi.[67] 20 Haziran 1907'de Kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907'de 3. Ordu'ya kurmay olarak atandı[65] ancak Selânik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de Şubat 1908'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (üye numarası: 322).[68] 22 Haziran 1908'de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[65]

23 Temmuz 1908'de meşrutiyetin ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında[69] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü Libya'nın bir parçası olan Trablusgarp'a gönderildi. Burada 1908 Devrimi'nin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.[70] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi Garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur'un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli insanları hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.[69][71]

13 Ocak 1909'da 3. Ordu'ya bağlı Selânik Redif Fırkasının Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909'da Meşrutiyet'e karşı 3. Ordu'ya bağlı Taşkışla'da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburlarının isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak üzere Selânik ve Edirne'den yola çıkarak Mirliva Mahmud Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909'da İstanbul'a girecek olan Hareket Ordusu'na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulundu.[65][69]

Stuart Kline'ın Türk Havacılık Kronolojisi kitabına göre,[72] Mustafa Kemal, 1910'da Fransa'da düzenlenen Picardie Manevraları'na katıldı. Burada yeni üretilen uçakların deneme uçuşları yapılıyordu. Ali Rıza Paşa, bu uçuşlardan birine katılmak isteyen Mustafa Kemal'i önledi. Ve akabinde uçuş yapan o uçak dönüş esnasında yere çakıldı.[73] Bazı kaynaklar tarafından, bu hikâyeye dayanarak Atatürk'ün uçağa binmekten korktuğu iddia edilse de kitabın yazarı Kline, Atatürk'ün olaydan sonra 3 defa uçağa bindiğinden bahseder.[74]

Mustafa Kemal, dönüşünün ardından 27 Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhı'nda görev aldı.[75]

Trablusgarp Savaşı

Ayrıca bakınız: Trablusgarp Savaşı

Trablusgarp Savaşı'nda Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal (solda), Mücahit Bedevi Kuvvetleri önünde emirlerini yazdırıyor.Mustafa Kemal Trablus'ta. (1912)Mustafa Kemal ve Nuri (Conker) Trablus'ta, 1912.

1911'de İtalyanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuzey Afrika'daki son toprakları olan Trablus vilayeti ile doğrudan merkeze bağlı olan ve müstakil sancak da denilen Bingazi'yi ele geçirmek amacıyla savaş ilan etti.[76][77] 29 Eylül 1911'de verilen bir nota ile bu savaşın belirli sebeplerle başlayacağı bildirildi.[76] Bunun üzerine İtalyan kuvvetleri herhangi bir müzakere olmaksızın[76] 4 Ekim 1911'de Trablus'a saldırdı.[78] Osmanlılar, başlayan Trablusgarp Savaşı'nda zor durumdaydı; Harbiye Nazırı olarak görevini sürdüren Mahmud Şevket Paşa, Mekteb-i Harbiye'de subaylarla yaptığı bir toplantıda kara ordusunun ve donanmanın zayıflığı sebebiyle Trablus'un savunulamayacağını itiraf etmişti.[79] İtalya tarafında da durum pek farklı değildi, onlar da yeterince gelişmiş olmadıkları için bu mücadeleye iyi hazırlanamamışlardı.[78] Mustafa Kemal bu esnada İstanbul'daki Genelkurmay'a atanmıştı ancak bu göreve başlamadan Trablusgarp'a doğru yola çıkacaktı.[80] Bunun üzerine Binbaşı Enver BeyFuatNuri ve Binbaşı Fethi gibi diğer İttihatçı subaylar gibi Kolağası Mustafa Kemal de Trablusgarp'a gitmeye karar verdi.[79] Mustafa Kemal İstanbul'dan ayrılmadan önce İttihat ve Terakki merkez komitesinden para istemiş, Enver'e katılması söylenip para verilmeyince kendi imzaladığı senetlerle 200 sterlin toplayarak Trablusgarp'a doğru yola çıkmıştı.[81]

İtalyan kuvvetleri bir ay içerisinde Trablus'tan Bingazi'ye kadar olan kıyıları işgal etmişti.[82] Osmanlı kuvvetleri, bir saldırı beklenmediği için buradaki kuvvetlerini Yemen'e sevk etmiş ve bu nedenle İtalyanlara karşı savunmasız kalınmıştı.[83] O bölgede yalnızca 4.000 asker bulunuyordu.[84] Bunun üzerine, 15 Ekim 1911'de, Tanin gazetesi muhabiri Mustafa Şerif Bey[2] kimliğini kullanan Mustafa Kemal, Ömer Naci ile Sapancalı Hakkı ve Yakub Cemil adında iki fedai eşliğinde bir Rus gemisiyle İstanbul'dan ayrıldı.[f][86] Mustafa Kemal ile grubu, Mısır'da Kahire ve İskenderiye üzerinden Bingazi'ye gitmeyi amaçlıyordu.[2] Mustafa Kemal 29 Ekim'de İskenderiye'den yola çıktıktan kısa bir süre sonra yaralandı ve geri dönerek iki hafta İskenderiye'de hastanede yatmak zorunda kaldı.[87] Çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat ile burada buluşup tekrar yola çıktı. 29 Kasım'da trenle İskenderiye'den ayrıldılar, aynı gün vardıkları son istasyondan 1 Aralık'ta develerle ayrılarak 8 günlük yolculuğun ardından Libya sınırına, 12 Aralık'ta ise sınırın 80 km batısındaki Resuldefne'ye vardılar.[88][89] Mustafa Kemal yoldayken Bingazi bölgesi komutanı olan Enver Bey'e 30 Kasım'da genelkurmay başkanlığı Mustafa Kemal'in binbaşılığa terfi ettiğini bildirdi. Mustafa Kemal 18 Aralık 1911 günü Enver'in Harbiye Nazırlığı'na çektiği bir telgrafa göre, "kendi isteğiyle" orduya katıldı.[88]

Mustafa Kemal ilk olarak 22 Aralık'ta Tobruk yakınında İtalyanlarla çarpıştı. İtalyanlar Tobruk'u 4 Ekim'de ele geçirmişti ancak tüm sahil boyunda olduğu gibi Tobruk bölgesinde de Osmanlı birlikleri ve Arap kabilelerinin gerilla savaşı sebebiyle ülkenin iç kesimlerine ilerleyememişlerdi.[90][80] Bununla birlikte, Türk subaylarındaki teşkilatlanmacılık[2] ve İtalya'nın tam anlamıyla gelişimini tamamlayamamış, geri kalmış olması da iç kesimlere kadar ilerleyememelerinin bir sebebi olarak görülmektedir.[78] Buna rağmen, İtalyanlar, Osmanlıları zorlamak için On İki Adalar'a da saldırdı.[91] İlk başta doğudaki birliği Mustafa Kemal, batıyı ise Enver komuta ediyordu; harekât hacmi büyüyünce Enver tüm cepheyi, Mustafa Kemal ise Derne bölgesini komuta etmeye başladı.[90] Derne'deki 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart'ta Derne Komutanlığı'na getirildi.[92] Fakat daha sonra gözünden tekrar rahatsızlandı ve bir hafta boyunca yataktan kalkamadı.[93]

3 Mart 1912'deki Derne Muharebesi'nde Osmanlı kuvvetleri 63 ölü ve 168 yaralı verirken, İtalyanlar yaklaşık 200 ölü verdiler.[85] Bu esnada Mustafa Kemal Derne hattının tümünü komuta ediyordu ve komutası altında sekiz Osmanlı subayı, 160 asker, bazı gönüllüler, bir topçu bölüğü, İtalyanlardan ele geçirilen iki makineli tüfek ve 7.742 Arap askeri vardı.[94][85] Arap askerlerini Senusi zaviyeleri sağlıyordu ve başlarındaki şeyhleri Osmanlı subaylarına bağlıydı. Bu kuvvet 15.000-16.000 İtalyan askerini Ekim 1911-Eylül 1912 arasında Derne'de tutmayı başardı.[94][85] 11 Eylül 1912'de İtalyanlar, başarısızlıkların ardından yapılan komuta değişikliğinin ardından Derne'den çıkmak için güçlü bir hücum başlattılar ancak Mustafa Kemal komutasındaki Türk ve Araplar tarafından tekrar durduruldular.[95][77]

Sahil şeridinde sıkışan İtalyan kuvvetleri, Osmanlıları barışa zorlamak için Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz'e saldırılar düzenlemeye karar verdi. 1912 Mart ayında Beyrut, Nisan ayında Çanakkale Boğazı, Mayıs ayında ise Rodos ve ve On İki Adalar'a saldırdılar.[96] Bu nedenlerle Orta Doğu'da Berlin Konferansı ile sağlanan barış ortamının bozulacağından endişe eden Rusya, İngiltere ve Fransa ara buluculuk faaliyetlerine başladı. Fakat Libya'nın İtalyanlara verilmesine yönelik şartların konuşulduğu bu girişimler, İttihatçılar tarafından kabul görmedi.[96]

Savaş devam ederken, Mustafa Kemal Temmuz 1912'de savaşın ilerleyen zamanda daha iyi incelenmesine olanak sağlayan[97] iki emir verdi. Emirlerden 13/14 Temmuz'da verdiği birincisi, tüm subayların iki askeri gazeteyi okumaları ve dünyadaki gelişmeler ile Osmanlı ordusunun başarılarından haberdar olmalarını içeriyordu.[97] İkinci emir ise 22 Temmuz'da verdiği, tüm subayların savaştaki tecrübelerini tarih, bulunulan şartlar, komutanın emirleri, yapılan harekât ve sonuçları ve askerlerin psikolojik durumunu da içerecek şekilde bir ay içerisinde yazmaları konusundaki emirdi.[97] Bu sayede Batılı bir düşmana karşı savaşta edinilen tecrübeleri yazılı hâle getirmeyi amaçladı.[98] Mustafa Kemal bu savaşta özellikle gerilla savaşı, derme çatma birlikleri yönetme, istihbarat toplama, lojistik destek gibi askeri tecrübenin yanı sıra, Arap kabile liderleriyle yaptığı görüşmeler ve pazarlıklar ile diplomasi alanında da önemli tecrübe kazandı.[98][99] Nitekim buradaki başarısı kendisinin de adının yayılmasını sağladı.[100]

Aynı yılın eylül ayında başlayan barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken, Karadağ'ın 8 Ekim'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi ile I. Balkan Savaşı başladı.[101][99] Karadağ'ı takiben, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan da Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.[102] İlk başta Enver'in İstanbul'a dönmesi ve Mustafa Kemal'in cepheyi devralmasına karar verilmişti ancak Osmanlıların karşılaştığı tehlikenin boyutları ortaya çıkınca çoğu subay İstanbul'a geri döndü ve cephe Enver'in kardeşi Nuri komutasına girdi.[103] Bu esnada Balkan Savaşı nedeniyle Osmanlı hükûmeti İtalyanlarla barışa razı oldu. Balkan Savaşları başladığında Trablusgarp'ta görev yapan Derne Komutanı Mustafa Kemal ve Binbaşı Nuri Bey, bu savaşlarda görev almak istediler.[104] Mustafa Kemal, dönemin Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Bey'in de izni ile 24 Ekim 1912'de Trablusgarp'tan ayrıldı.[104] Viyana, Macaristan ve Romanya üzerinden İstanbul'a döndü. Bunu tercih etme nedeni ise gözlerini Avusturya'da tedavi ettirebilmekti.[105]

Bununla birlikte, bölgede direnişe devam eden subaylar da vardı. Şehzade Osman Fuad Efendi de bu isimlerden biriydi.[106] Diğer subaylarla beraber Trablusgarp'ı terk eden Mustafa Kemal, Kasım 1912'de İstanbul'a vardı.[101] Osmanlı hükûmeti ile İtalya arasında 18 Ekim 1912'de Uşi Antlaşması imzalandı.[102] Bu antlaşma ile, Trablus İtalyanlara verilirken İtalya da savaş tazminatı olarak 90 bin altın ödeyecek ve sahip olduğu kapitülasyonlar da ilga edilecekti.[99] Ayrıca savaş sırasında İtalyanlarca işgal edilen On İki Adalar da geçici olarak İtalyanlara bırakıldı.[91] İtalyanlar, Osmanlı güçleri Trablus'u boşalttıktan sonra adalardan ayrılacaktı.[96] Padişah naibi olarak vezir rütbeli bir memur Trablus'a gönderilecek,[84] vakıflar ile halkın dini haklarına uyulup uyulmadığı denetlenecek, din görevlerinin tayini ise İstanbul'dan Şeyhülislamlık tarafından yapılacaktı.[99] Halk ise Senusi tarikatı şeyhi Ahmed eş-Şerif es-Senusi önderliğinde Trablus'ta Mondros Mütarekesi'ne kadar direnmeye devam etti.[84]

Balkan Savaşları

Ayrıca bakınız: Balkan Savaşları

Birinci Balkan Savaşı

Ayrıca bakınız: Birinci Balkan Savaşı

Mustafa Kemal, 1912 Kasım'ında İstanbul'a vardığında Osmanlıların Avrupa kıtasındaki topraklarından geriye sadece başkent İstanbul ile hemen batısı, Çanakkale yarımadası ve kuşatılmış üç kent olan İşkodraYanya ve doğu Trakya'nın en büyük şehri olan Edirne kalmıştı. Bulgar kuvvetleri Çatalca'ya kadar gelmiş, başkent İstanbul'u tehdit ediyordu.[107]

21 Kasım 1912'de karargâhı Bolayır'da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı Kuvayi Mürettebesi (Akdeniz Boğazı Bileşik Gücü) Harekât Şubesi Müdürlüğü'ne atandı. Gücün komutanı Fahri Paşa, kurmay başkanı ise okul arkadaşı Fethi (Okyar) idi.[108] Mustafa Kemal Bolayır'dayken, 23 Ocak 1913'te Enver ve taraftarlarının yaptığı Bâb-ı Âli Baskını ile iktidar İttihat ve Terakki'ye geçmişti. 30 Ocak tarihinde Mahmut Şevket Paşa hükûmeti büyük güçlerin önerdiği barış koşullarını reddetti. 3 Şubat'ta ateşkesin süresi doldu ve Bulgarlar tekrar Edirne'yi bombalamaya başladılar.[109]

Bulgar saldırısı üzerine Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Ahmed İzzet Paşa tarafından Akdeniz Boğazı Bileşik Gücü'nün batıdan Bulgarlara saldıracağı, Hurşit Paşa'nın komutasında ve Enver'in kurmay başkanı olduğu 10. Kolordu'nun denizden Şarköy'e çıkarak güneyden Bulgarların arkasına saldıracağı bir hücum planlandı.[110][111] Operasyon detaylıca planlandı ve Ocak sonlarında prova edildi.[112] Bir fırtına sebebiyle 8 Şubat'a ertelenen hücumda, Şarköy'e çıkacak birlikler gecikti.[112][113] 10. Kolordu yarım gün geç şekilde Şarköy'e çıkartma yaptı ancak Bileşik Güç bu esnada askerlerinin yarısını yitirerek geri püskürtüldü.[112] Bulgarların kıskaca alınamayacağı ortaya çıkınca, 10 Şubat'ta çıkartma kuvveti geri çekildi.[112][113] Gereken ateş desteği sağlayacak savaş gemilerinin geç gelmesi, koordinasyonun sağlanamaması ve Bulgarların hatlarını güçlendirmesi sebebiyle operasyon başarısız oldu.[112]

Ortak harekâtın başarısızlığının ardından 17-18 Şubat'ta iki birliğin komuta heyetleri arasında tartışma çıktı; tartışmada 10. Kolordu komutanı Hurşit Paşa'nın tarafını tutan Mahmut Şevket Paşa, politik sebeplerle onu her iki gücün komutanlığına getirdi. Gelibolu açıklarında bekleyen 10. Kolordu'yu Çatalca'ya gönderme önerileri kabul edilmeyen ve Hurşit Paşa'nın komutan olduğu kendilerine bildirilen Fahri Paşa, Fethi ve Mustafa Kemal görevlerinden istifa ettiler.[114] Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa, Hurşit Paşa ve Enver'le birlikte Bolayır'a gidip komutanlar arasında uzlaşma sağladı. Fahri Paşa görevden alındı, rağmen Fethi Bolayır'dan ayrılarak İstanbul'a gitti,[115] ikna edilen Mustafa Kemal ise Boğazlar'dan ayrı bir komutanlık hâline getirilen Bolayır kolordusunun kurmay başkanı oldu.[116]

19 Mart'ta Yanya Yunanların, 24 Mart 1913'te Edirne Bulgarların eline geçti. Çatalca cephesinde ise son Bulgar hücumu 30 Mart'ta gerçekleşti.[116] 16 Nisan'da ateşkes imzalandı.[115] Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa Trakya'da Midye-Enez hattının batısında kalan topraklar ile Edirne'yi vermeyi kabul etmek zorunda kaldı ve 30 Mayıs 1913'te Londra'da barış anlaşması imzalandı.[116] 11 Haziran'da Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürüldü, yerine Sait Halim Paşa geçti.[117]

İkinci Balkan Savaşı

Ayrıca bakınız: İkinci Balkan Savaşı

Birinci Balkan Savaşı'nı kazanan Balkan devletleri, savaşın hemen ardından ele geçirdikleri bölgeleri paylaşma konusunda anlaşmazlığa düştüler. Yunanistan ile Sırbistan, Romanya'nın toprak isteminde bulunduğu Bulgaristan'a karşı birlikte harekete geçmeye karar verdiler. Ancak Bulgaristan ilk saldıran taraf oldu.[117] 29-30 Haziran gecesi Bulgarlar, Makedonya'daki Sırp ordusuna saldırdılar ancak yenildiler. Yunanlar da Selanik'ten doğuya doğru ilerleyip Güney Makedonya'nın tümünü işgal ettiler. Bu durum üzerine Bulgarlar, Osmanlı ordusu karşısındaki güçlerinin ana bölümünü diğer cephelere kaydırdılar.[117]

İttihat ve Terakki Cemiyeti, kaybedilen toprakları yeniden ele geçirmek için bu fırsatı değerlendirdi. 18 Temmuz'da Osmanlı ordusu Edirne'ye doğru bir harekâta başladı ve 21 Temmuz 1913'te çok az direnişle karşılaşarak şehri aldı.[117] Bir yazara göre Edirne'ye ilk giren birlik Mustafa Kemal'in Bolayır kolordusuna bağlı bir tugaydı ancak saldırıya katılan birliklerin başında Hurşit Paşa bulunuyordu.[118] Mustafa Kemal'in Bolayır kolordusu ayrıca Dedeağaç'ı da ele geçirdi.[119] 29 Eylül 1913'te Bulgar temsilcilerinin İstanbul'da imzalanan barış anlaşması ile savaş sona erdi.[118]

Savaşın sonunda Batı Trakya'daki Türk nüfusu, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere Osmanlı topraklarına göçe başladı. Mustafa Kemal annesi Zübeyde Hanım için Dolmabahçe Sarayı'na inen Akaretler yokuşunda bir ev buldu. Üvey babası Ragıp'ın on altı yaşındaki yeğeni Fikriye de Sultan Ahmet Camii yakınında bir eve yerleşti.[120]

Askerî ataşelik

Mustafa Kemal Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya Yeniçeri kıyafeti ile katılmıştır.Kurmay Yarbay Mustafa Kemal arkadaşlarıyla Sofya'da, 1914.

İkinci Balkan Savaşı'nın ardından Mustafa Kemal, İstanbul'da Fethi'nin (Okyar) evine yerleşti.[121] Fethi kendini politikaya verme amacıyla, olasılıkla Şarköy harekâtının başarısızlığı sebebiyle askerlikten ayrılmıştı. Ancak İttihat ve Terakki içindeki çekişmelerin ardından Talat, Fethi'ye Sofya büyükelçiliği görevini önerdi. Cemal'e de danışan Fethi, Balkanlar'da dengeyi sağlamak üzere Bulgaristan'la dostluk kurulması göreviyle büyükelçiliği kabul etti ve Mustafa Kemal'i askerî ataşe olarak yanına istedi.[121][119] Bu isteğin kabul edilmesi üzerine Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913'te Sofya askerî ataşeliğine atanarak yakın arkadaşı Sofya sefiri (elçisi) Fethi'nin (Okyar) emri altında çalıştı.[122] Teoride RomanyaSırbistan ve Karadağ krallıklarının başkentleri BükreşBelgrad ve Çetine için de aynı görevi sürdürüyordu ancak uygulamada çalışmaları Bulgaristan sınırları içindeydi.[121][122]

Mustafa Kemal 20 Kasım 1913 tarihinde Sofya'ya vardı.[123] Burada Dondukov Bulvarındaki Splendid Palas Oteli'ne yerleşti ve yedi ay boyunca burada kaldı. Ardından Ferdinand Bulvarı'nda bir daireye yerleşti.[124] Askerî ataşe olarak kendisine ulaşan bilgileri İstanbul'a aktarmakla görevliydi.[125] Burada Bulgaristan başta olmak üzere Balkan devletlerinin politik ve askerî durumlarına dair raporlar hazırladı.[126] Görevi esnasında Bulgaristan'ın Osmanlı'dan bağımsızlığını kazandıktan sonraki askerî, idari ve kültürel gelişmesini yakından inceleme şansı bulduğu gibi[126] Bulgar ordusundan bazı subaylarla da ilişkiler kurdu.[124] Bu görevde iken 1 Mart 1914'te yarbaylığa (kaymakam) yükseldi.[122] Sofya'ya varışından kısa süre sonra Bulgar Genelkurmay başkanından aldığı İstanbul'daki Alman subayların, özellikle Goltz Paşa'nın Osmanlı askerî hareketlilikleri konusunda Bulgarları bilgilendirdiğine dair istihbaratı İstanbul ile paylaşmış, Kâzım Karabekir'den İstanbul'daki Almanların buna öfkelendiği yanıtını almıştı.[125]

Mustafa Kemal'in Sofya'da en önemli istihbarat toplama yöntemlerinden biri sosyal etkinliklerdi. Bulgar ordusunun üst ve alt rütbeli subayları, politikacılar ve toplumun önce gelenleri ile görüşmek görevinin bir parçasıydı.[127] Burada iken yazdığı ve 1918'de yayımlanan ilk kitabı Zabit ve Kumandan ile Hasbihal sayesinde Harbiye Nazırı Stiliyan Kovaçev ve kızı Dimitrina ile tanıştı.[128] Burada özellikle Bulgaristan'daki Müslüman Pomaklara yapılan din değiştirme baskısı konusuna (Fethi'nin yanında) müdahil oldu.[129] Sosyal yaşamında en önemli olay 11 Mayıs 1914'te Kral I. Ferdinand'ın da katıldığı bir kıyafet balosuna davet edilmesiydi.[123] Baloya Enver'in özel izniyle İstanbul'daki askerî müzeden gönderilen gerçek bir Yeniçeri üniformasıyla katıldı. Üniformayı geri gönderirken arkadaşı Kâzım'a (Özalp) yazdığı bir mektupta tüm dikkatleri üzerine topladığını ve sorulan soruların Türklerin eski askerî gücü ve zaferleri hakkında konuşma fırsatı sunduğunu anlatmıştı.[123]

Sofya'da görevi devam ederken 28 Haziran 1914'te Avusturya tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand öldürüldü ve ardından 28 Temmuz 1914'te I. Dünya Savaşı başladı. Enver'in Alman Amiral Souchon'a verdiği gizli emir ile Osmanlı donanması Karadeniz'e açılarak 29 Ekim 1914'te Rus limanlarına hücum etti.[130] Bunun üzerine 2 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da İngiltere ve Fransa Osmanlı'ya, Osmanlı hükûmeti de 11 Kasım'da bu ülkelere savaş ilan etti.[130]

Savaş ilanının ardından Mustafa Kemal, Harbiye Nazırlığı'na ve Enver'e başvurarak ön cephede aktif göreve gelmek istedi,[131][132][133] ancak Enver askerî ataşelik görevinin daha önemli olduğunu söyleyerek reddetti.[134] Enver'in Kafkasya'da Ruslara karşı savaşmak üzere İstanbul'dan ayrılmasının ardından Enver'in vekili İsmail Hakkı imzasını taşıyan telgrafla Sofya'dan ayrılıp Çanakkale'ye gönderilmek üzere Tekirdağ'da toplanmakta olan 19. Tümen'in komutasına atandı.[134][119] 20 Ocak 1915'te Sofya'dan ayrıldı.[134][132]

I. Dünya Savaşı

Ayrıca bakınız: Çanakkale SavaşıKafkasya Cephesi (I. Dünya Savaşı) ve Sina ve Filistin Cephesi

Mustafa Kemal'in askerî ataşe görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914'te I. Dünya Savaşı başladı, Osmanlı Devleti de 29 Ekim 1914'te savaşa girdi. 20 Ocak 1915'te Mustafa Kemal 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ'da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.[65]

Çanakkale Savaşı

Ayrıca bakınız: Çanakkale Savaşı

Miralay Mustafa Kemal Bey, Düztepe siperlerinden harp sahasını gözetlerken.İstanbul'dan gelen gazetecilere savaş alanını anlatırken, 1915.Cevat Paşa ve Mustafa Kemal Bey Tasvîr-i Efkâr gazetesinin 29 Ekim 1915 tarihli sayısında.

2 Kasım 1914'te Rusya, Osmanlı'ya savaş ilan etti. Bunun ardından İngiliz ve Fransız savaş gemileri Çanakkale Boğazındaki Seddülbahir, Kumkapı ve Orhaniye tabyalarını bombaladı. Bu donanmaya karşı yapılan savunmada beş subay ve seksen asker öldü.[135] Türk ordusu 3 ay boyunca hazırlık yaptı ve genel olarak kara ordularının yapacağı savunmaya dikkat etti.[135] Mustafa Kemal henüz tümenin istendiği gibi kurulmasına fırsat olmadan, İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'nı tehdit eder bir pozisyon alması üzerine 25 Şubat'ta yalnızca tümene bağlı 57. Alay ile Maydos'a (günümüzde Eceabat) hareket emri aldı.[136] Bu esnada İngiliz ve Fransız gemileri 19 ve 25 Şubat'ta Boğaz girişindeki istihkamları bombalamış, donanma topçusuna atış düzeltmelerinde yardımcı olacak birlikleri karaya çıkartmıştı. Seddülbahir'de Bigalı Mehmet isminde bir çavuş tüfeği tutukluk yapınca İngilizlere taşla saldırmış, Mustafa Kemal de bu olayın yayımlanmasına yardımcı olarak günümüzde Türk askeri için kullanılan "Mehmetçik" adının doğmasını sağlamıştır.[136] 19. Tümen'e destek olması için 72. ve 77. alaylar da bölgeye kaydırıldı. Mustafa Kemal kolordu karargahından eğitimi zayıf Arap askerlerden oluşan bu alaylar yerine kendi eğittiği ve yedekte tutulan Türk alayları istedi ancak bu isteği reddedildi.[136] 18 Mart 1915'te Çanakkale'deki en önemli deniz harekatı gerçekleşti ancak Mustafa Kemal'in bu harekâtla sadece dolaylı ilgisi vardı.[137] Bu harekâttan hemen önce Nusret gemisi tarafından boğaza mayın döşendi. Bu mayınlar; Queen ElizabethOcean ve Bouver gibi zırhlı gemilere zarar vererek geri çekilmelerine neden oldu.[138] Bu sırada 19. Tümen ise, 23 Mart 1915'te Müstahkem Mevki Komutanlığı emriyle Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı.[kaynak belirtilmeli]

25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadası'na İtilaf Devletleri'nin yaptığı çıkartmalarıyla Çanakkale Savaşı'nın ana kara harekâtları başladı. İtilaf Devletleri, Türklerin yoğun direnişine rağmen kuzeyden güneye doğru Gelibolu Yarımadası'nın Saros Körfezi tarafındaki Arıburnu, güney ucundaki Seddülbahir ve Anadolu yakasında Kumkale yakınlarında karaya asker çıkardılar. Kumkale'deki Fransız askerleri kısa sürede geri çekildi ancak Arıburnu'ndaki İngiliz ve Anzaklar doğuya, Seddülbahir'deki İngiliz ve Fransızlar kuzeye ilerlemeye çalışıyordu.[139] 3. Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşa'nın emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal'in 19. Tümeni bu esnada Arıburnu'na 8 km mesafede, yarımadanın Boğaz'a bakan kısmında yer alan Eceabat'ta yedek olarak bekletiliyordu. Seddülbahir'den Arıburnu'na kadarki İtilaf öncü güçleriyle Albay Halil Sami komutasındaki 9. Tümen karşılaşmıştı.[139]

Halil Sami, Mustafa Kemal'den Arıburnu'nun doğusundaki tepeleri elde tutmak için derhal bir tabur istedi.[140] von Sanders ve Esad Paşa'yla iletişime geçemeyen Mustafa Kemal ise inisiyatif alarak süvariler, tümenin topçu dağ taburu ve sıhhiyecilerden oluşan 57. Alay'ı sevk etti.[140][141] Bu çarpışmayı anlatırken, bir tepeye tırmanıp arkadan gelen birliğini beklerken 9. Tümen'den geri çekilmekte olan askerlere rastladığını, Conk Bayırı'na doğru giden 261 rakımlı tepeye doğru serbest biçimde çıkan düşman askerlerini gördüğünü, düşmanın kendi askerlerinden daha yakında olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine cephanesi kalmadığını belirten askerlere "cephaneniz yoksa süngünüz var" diyerek süngü taktırıp mevzi aldırmış, bunu gören düşman da yatınca zaman kazanmıştır. Kendi 57. Alay'ı ulaşınca düşmanın kuzey kanadına saldırmak üzere "Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve kumandanlar alabilir" emrini vermiştir. 25 Nisan çatışmalarında kritik bir nokta olan Conk Bayırı tepesini elde tutmayı başardı.[140] İlk günün çatışmalarının ardından Anzak kuvvetleri dar bir köprübaşında sıkıştırılmıştı.[142] Ertesi gece 77. Alay paniğe kapılıp kaçınca durumu kritikleşti ancak yeni birliklerin varışı ile hatları yeniden güç kazandı. 29 Nisan'da Mustafa Kemal'e Arıburnu'nda gösterdiği yararlılık için İmtiyaz Nişanı verildi.[140]

Mayıs ayında kuzey grubu tarafından savunulan cephe üç bölgeye ayrılmış, Mustafa Kemal grubun sağ kanadının kuzey bölgesinin komutanlığına getirilmişti. Liman von Sanders tüm kuvvetlerin komutanlığını sürdürüyordu. 29-30 Mayıs'ta Mustafa Kemal, Conk Bayırı'ndan Sazlıdere sel yatağına büyük çaplı bir hücum düzenledi. 1 Haziran'da albay rütbesine terfi etti.[143][144]

Gelibolu cephesinin ikinci aşaması, İngiliz, Anzak ve Hint birliklerinin Mustafa Kemal'in savunduğu Arıburnu'nun kuzeyindeki Suvla Koyu'na 6 Ağustos gecesi yaptıkları çıkartma ile başladı. Çıkartma, Arıburnu'ndan kuzeye doğru bir saldırı ve ilerleme ile desteklendi ve Anafartalar Cephesi açıldı. Conk Bayırı tekrar tehdit edilince, Mustafa Kemal çocukluk arkadaşı Nuri'yi 24. Alay'ın başında burayı savunmaya gönderdi. Nuri, daha sonra Conk Bayırı Muharebesi'ndeki rolüyle Atatürk'ten "Conker" soyadını alacaktı.[145] İtilaf kuvvetleri Suvla sahiline yerleşmeye başlayınca Liman von Sanders, Bolayır kıstağını koruyan iki tümene güneye inerek İngilizlere karşı saldırı yapma emri verdi. Kuvvetler bölgeye vardığında başlarındaki Albay Fevzi, askerlerin kırk kilometre yürüdüğü, yorgun oldukları ve tümünün bulunmaları gereken yerlere varamadıkları gerekçesiyle ek zaman istedi. Bunun üzerine von Sanders, 8 Ağustos 21.50'de Fevzi'yi görevden alarak yerine Mustafa Kemal'i getirdi.[140][146] Haberi alan Mustafa Kemal, Arıburnu kuzeyindeki tüm güçlerin komutasını istedi; von Sanders kabul ederek onu 9 Ağustos'ta Suvla Koyu'nun kuzeyindeki Kireçtepe'den, güneydeki Conk Bayırı'na kadar bölgede yer alan altı tümenin komutasına geçirdi. Komutasındaki birlikler "Anafartalar Ordu Grubu" olarak yeniden adlandırıldı. Anafartalar Grup Komutanı olarak 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferi'ni kazandı.[145] Conk Bayırı'nda karşı saldırıyı bizzat yönetti. Çarpışma sırasında bir şarapnel parçası göğsündeki saate isabet etti. Parçalanan saat yaralanmasını önledi. Bu saati daha sona Liman von Sanders'a armağan etmişti. 10 Ağustos'ta cephenin güney ucundaki sırtları kontrol altına aldı.[147][148] Alınan başarı üzerine 5. Ordu komutanı Müşîr Otto Liman von Sanders'in takdirini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe ve 21 Ağustos'ta II. Anafartalar Zaferi takip etti.[149]

Miralay Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını tarafından "Anafartalar Kahramanı" olarak kamuoyuna tanıtıldı.[150][151] Harb Mecmuası dergisinde boy fotoğrafı yer aldı.[152] 20 Eylül'de hastalandı, sıtmaya yakalandığından kuşkulanıldı ancak Gelibolu'da görevine devam etti.[153] Osmanlı ordusunu yöneten Alman subaylarla savaşın başından itibaren sorun yaşayan Mustafa Kemal, Eylül ayından sonra Çanakkale'deki savaşın kazanılacağını öngörerek daha faydalı olacağını düşündüğü başka bir cephede görev almak istedi.[154][155]

5 Aralık'ta Liman von Sanders, Mustafa Kemal'e sağlık nedeniyle ayrılma izni verdi. Sonunda Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu komutanlığını Fevzi Paşa'ya (Çakmak) teslim ederek FethiTevfik Rüştü (Aras) ve Doktor Bahattin Şakir ile birlikte 10 Aralık'ta İstanbul'a doğru yola çıktı. 19-20 Aralık tarihinde İtilaf kuvvetlerini Arıburnu-Anafartalar sahilini terk etti.[156] 28 Aralık 1915'te Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm tarafından tarafından Demir Haç nişanı ile ödüllendirildi.[157]

Kafkasya Cephesi

Ayrıca bakınız: Kafkasya Cephesi (I. Dünya Savaşı)

16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa Bitlis'te, 16 Kasım 1916.

14 Ocak 1916'da Gelibolu'dan Edirne'ye sevk edilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Edirne'de bulunduğu 2 ay kadar süre boyunca 16. Kolordu'nun ikmali, toparlanması ve eğitimi ile ilgilendi. Eğitim amacıyla Ta’biye Mes’elesinin Halli ve Emirlerin Sûret-i Tahrîrine Dâir Nasâyih (Taktik Meselesinin Çözümü ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler[158]) eserini hazırladı ve yayımladı.[159] Doğu Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusu'nu püskürtmüş ve 16 Şubat'ta Erzurum'u,[160] 3 Mart'ta BitlisMuşVan ve Hakkâri'yi işgal etmişti.[161] Albay Mustafa Kemal 11 Mart tarihinde 3. Orduyu desteklemesi için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır'a gönderildi; Halep üzerinden gerçekleşen uzun bir yolculuğun ardından 27 Mart'ta Diyarbakır'a vardı. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916'da Diyarbakır'da iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltildi ve Paşa unvanını aldı. 35 yaşında ulaştığı bu rütbe, I. Dünya Savaşı'nda aldığı en üst rütbe olacaktı. 16 Nisan'da karargahını Silvan'da kurdu.[162] Bitlis-Muş arasındaki yaklaşık 100 kilometrelik bir cepheden sorumluydu, elindeki güç 13.741 asker, 9.297 tüfek, yedi makineli tüfek, 19 toptan oluşuyordu.[163]

Enver'in Doğu Cephesindeki planı, 2. ve 3. Ordu'nun ortak bir harekâtını öngörüyordu. Ancak 2. Ordu daha güneyde yerini alamadan Ruslar, 3. Ordu'ya saldırıp bozguna uğrattılar ve 15 Nisan 1916'da Trabzon'u işgal ettiler; temmuzda ise Gümüşhane, Bayburt ve Erzincan'ın da bulunduğu daha geniş bir alanı ele geçirdiler ve 2. Ordu'yu Diyarbakır'a gerilettiler. Osmanlı ordusu 3 Ağustos'ta karşı saldırıya geçti; 6 Ağustos'ta Mustafa Kemal'in 16. Tümen'i Muş ve Bitlis'i Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı altın kılıçlı imtiyaz madalyası ile ödüllendirildi. Rusların ağustos sonundaki karşı saldırısı üzerine Mustafa Kemal 21 Ağustos'ta orduyu tekrar Silvan'a çekti. Muş Rusların elinde kalırken, Bitlis Osmanlı hakimiyetindeydi.[164][163]

Mustafa Kemal Diyarbakır'dayken, İttihatçı fedailerden Yakub Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bâb-ı Âli'yi basıp hükûmeti devirerek Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı'nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal'i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa'ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakub Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay'a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir: "O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)'a, 'Yakub Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur,' demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul'a gittiğimde ilk iş olarak Yakub Cemil'i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!" demiştir.[165][166]

Erken gelen 1916 kışı, bölgede daha fazla çatışma olmasını önledi. 25 Kasım'da 2. Ordu komutanı Ahmet İzzet Paşa izin alıp İstanbul'a döndüğünde Mustafa Kemal komutan vekili olarak ordunun başına geçti. Vekil olduğunda, gelecekte Kurtuluş Savaşı'nda beraber çalışacağı subaylar İsmet (İnönü)Cafer Tayyar (Eğilmez) ve Harbiye'den arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) komutası altına girmişti.[167]

18 Şubat 1917'de Mustafa Kemal, Hicaz Seferi'ne katılan birliklerin komutanlığına atandığını öğrendi.[168] 26 Şubat'ta Enver'in başkanlık edeceği toplantılara katılmak üzere Şam'a gitti. Görüşmelerin ardından planlarda değişiklik yapıldı; Fahrettin Paşa'nın birliklerinin Filistin Cephesi'ne kaydırılması ve Mustafa Kemal'in 2. Ordu'nun komutasına asaleten atanmasına karar verildi. Bu karar sadrazam Talat Paşa tarafından veto edildi.[169]

Sina ve Filistin Cephesi

Ayrıca bakınız: Sina ve Filistin Cephesi

Sina ve Filistin Cephesi'nde.Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı sırasında (1918). Üzerindeki, Padişahın Onursal Yaveri olduğunu simgeleyen şerittir.

7 Mart 1917'de karargâhı Diyarbakır'da bulunan 2. Ordu Komutan Vekilliğine atandıktan sonra Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917'de Yıldırım Ordular Grubu emrindeki 7. Ordu Komutanlığına atandı.[65][170] 8 Ağustos'ta Halep'e gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldı.[171] Bölgedeki değerlendirmelerinin ardından Yıldırım Ordular Grubu komutanı Alman Falkenhayn ile stratejik konularda anlaşamayarak 4 Ekim'de komutanlıktan istifa etti ve ay sonuna doğru İstanbul'a geldi ve Pera Palas'a yerleşti.[172][170]

15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Almanya'ya giderek Berlin'de Kayzer II. WilhelmHindenburgLudendorff ve Genel Karargâh ile savaşın stratejik durumuna dair görüşmelerde yer aldı, Alsas bölgesini ve cepheyi ziyaret ederek subaylarla görüştü.[170] Ziyaret dönüşünde sol böbreğinin iltihap kapması üzerine uzun süre hasta olarak yattı. 25 Mayıs'ta yola çıktı; Haziran ve Temmuz 1918'de Viyana ve Karlsbad'da tedavi gördü. Tedavisi esnasında Almanca ve Fransızca dersleri aldı. Sultan Mehmed Reşad'ın ölümü ve Vahdettin'in cülûsu üzerine İstanbul'a dönmek üzere 27 Temmuz'da Karlsbad'dan ayrıldı ancak Viyana'da İspanyol gribine yakalandığı için İstanbul'a 4 Ağustos'ta varabildi.[173][170]

7 Ağustos'ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi'ne atandı.[174][175] 26 Ağustos'ta Halep'e ulaştı, daha sonra 1 Eylül'de[170] Nablus'taki karargahına geçti. Suriye'de ve muharebe hattındaki incelemesinin ardından Enver'in kendisini yanlış bilgilendirdiğini ve elindeki kuvvetin zayıflığını tespit etti. 19 Eylül'de General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri, General Sanders komutasındaki Yıldırım Ordular Grubu'na saldırıya geçerek Megiddo Muharebesi'ni başlattılar. Muharebe sonucunda Yıldırım Ordular Grubu'nu oluşturan 8. Ordu tamamen, 4. Ordu ise büyük ölçüde imha oldu. Sadece Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu Şam ve Halep'ten kuzeye çekilerek, Kilis güneyindeki Müslimiye'de savunma hattı oluşturdu. Mondros Ateşkes Anlaşması'na kadar geçen zamanda, Britanya İmparatorluğu birliklerinin Toros geçitlerinden Anadolu içlerine sızmasını önledi.[176] Savaş sürerken 20 Eylül'de Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi.[177] Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Vahdettin'in başyaveri Naci (Eldeniz) Bey'e bir telgraf çekerek Yıldırım Ordular Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükûmette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini istedi.[178] 27 Eylül'de İngiliz kuvvetlerinin 7. Ordu'nun geri bölgesini tehdit etmesi üzerine Şam'ın güneyindeki Kisve'ye geri çekilme emri verdi. Sanders şehri savunma emri verdi ve 8. Ordu'yu Mustafa Kemal komutasına verdi; ancak Şam 30 Eylül'de düştü. Mustafa Kemal kuvvetlerini Halep'e geri çekerek savunma düzeni aldı. Burada sokak çatışmaları da içeren uzun bir savunmanın ardından 25 Ekim'de Halep düştü. Mustafa Kemal elde kalan kuvvetlerini Anadolu'ya geri çekti.[179]

30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince, Yıldırım Ordular Grubu kumandanı olan Otto Liman von Sanders Paşa'nın görevden alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi.[180]

Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'da milisler (Kuvâ-yi Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri başlamıştı. 5 Kasım'da Suriye'deki İngiliz komutanı, Halep'teki birliklerine malzeme taşımak üzere İskenderun Limanı'nı kullanacağını söyleyerek kenti işgal edeceğini bildirdi; Mustafa Kemal iki gün öncesinde bir telgrafla mütareke koşullarını öğrenmek istemişti. 6 Kasım'da sadrazama gönderdiği uyarıda İngiliz işgaline silahla karşı koyacağını bildirdi; ancak Ahmet İzzet Paşa'nın ertesi günkü telegrafıyla emri geri almak zorunda kaldı.[181] 7 Kasım'da Yıldırım Ordular Grubu ile 7. Ordu lağvedildi.[180] Kendisi son görev yeri Adana'dan ayrılmadan Ulukışla'ya gelerek ilk örgütlenmeyi başlatmıştır.[182] Yakındaki Antep'te kentin ileri gelenlerinden Ali Cenani ile görüşerek direniş düzenlemesi durumunda silahları kendisinin sağlayacağına söz vermişti; bu silahlar daha sonra halka dağıtıldı ve işgal güçlerine karşı kullanıldı.[181]

10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt'alarının komutasını 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya bırakarak Adana'dan İstanbul'a hareket etti.[183] Geri çağrılmasından sonra bölgedeki düzenli Osmanlı orduları mümkün olan tüm malzemeleriyle beraber Toroslar'ın kuzeyine çekildi, 2. Ordu dışında tüm birlikler dağıtıldı.[181]

Kurtuluş Savaşı (1919-1923)

Ayrıca bakınız: Türk Kurtuluş Savaşı

Örgütlenme

İşgal dönemi

Büyük Mecmua'nın 20 Mart 1919 tarihli 3. sayısının 44. sayfasında çıkan "Büyüklerimiz - Mustafa Kemal Paşa" başlıklı yazı.9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 17 Nisan 1919.

Mustafa Kemal 13 Kasım'da İstanbul'a Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Haydarpaşa'dan İstanbul'a geçerken şehrin işgali için boğaza demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde ünlü "Geldikleri gibi giderler!" sözünü söyledi. İşgal altındaki İstanbul'da geçirdiği altı aylık süre boyunca ülkenin işgali ve parçalanmasına karşı direnmek isteyen diğer yurtsever subaylarla gizli görüşmeler yaptı.[183] Mütareke döneminde Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde bulundu.[184][183] Yıl sonuna doğru daha önce yazdığı Zâbit ve Kumandan ile Hasb-ı Hâl kitabını yayımlattı.[183] İstanbul'da önce Pera Palas'ta kaldı, kısa bir süre sonra Halep'te tanıştığı Suriyeli bir Hristiyan Arap olan Salih Fansa'nın Beyoğlu'ndaki evine taşındı. Ardından 21 Aralık 1918'de, Akaretler'de oturan annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule'yi de yanına alarak günümüzde Atatürk Müzesi olan eve yerleşti.[185] İstanbul'un işgal altında bulunduğu günlerde Mustafa Kemal arkadaşlarıyla bu evde sık sık toplandı.[186] Bu toplantılarda önceleri İstanbul'daki hükûmeti değiştirme, daha sonra ise ülkenin işgaline karşı ordunun dağıtılmasının durdurulması, silah ve mühimmatın saklanması, genç subayların Anadolu'ya geçirilmesi, ulusal görüşlere bağlı bürokratların yerlerinde kalması ve halkın moralinin yükseltilmesi konularında kararlar alındı.[187] Samsun'a hareket ettiği gün olan 16 Mayıs 1919'a kadar bu evde oturdu.[188]

Parlamentoyu Ahmet Tevfik Paşa aleyhine etkilemeye çalışan Mustafa Kemal, başkentte kaldığı altı ay boyunca birkaç kez padişahın huzuruna çıktı.[g] Vahdettin, Mustafa Kemal'i kullanmak istemesine rağmen onun siyasi güç sahibi olmasına karşıydı ve Damad Ferid Paşa ve Tevfik Paşa gibi hanedana mensup kadınlarla evlenmiş olanlarla çalışmayı yeğliyordu. 18 Kasım'da parlamento Tevfik Paşa hükûmetinin programını görüşmek üzere toplandı ancak Fethi'nin (Okyar) partisine destek veren yirmi yedi milletvekili hükûmet aleyhine oy kullandığı için oylama sonuçsuz kaldı. Ancak bu çabalar sonuçsuz kaldı, 19 Kasım'da yapılan oylamada Tevfik Paşa hükûmeti basit çoğunlukla görevde kaldı.[190] Politikacılar arasında tartışmalar sürerken, aralarında Mustafa Kemal'in de yer aldığı subaylar Osmanlı ordusundan geri kalan parçaları denetim altına almaya ve İtilaf devletleri planlarına direnmeye uğraşıyordu. Meclisin güvenini kaybeden Tevfik Paşa 21 Aralık'ta padişah huzuruna çıkarak meclisin dağıtılmasını istedi ve İkinci Meşrutiyet dönemi sona erdi, padişahın şahsi yönetimine geri dönüldü.[189] 4 Ocak 1919'da seçimler süresiz olarak ertelendi.[187]

20 Aralık'ta bir kez daha padişah huzuruna çıktı ancak hükûmete katılma girişimleri sonuç vermedi. 29-30 Ocak 1919'da İttihat ve Terakki eski üyelerinden otuzu tutuklandı; tutuklananlar arasında Mustafa Kemal'in arkadaşı Dr. Tevfik Rüştü (Aras) da yer alıyordu. İtalyan Yüksek Komiseri Kont Carlo Sforza anılarında 1919 başında İstanbul'daki İngiliz ajanlarının Mustafa Kemal'i de tutuklayıp Malta'ya göndermeye hazırlandıklarını ancak diplomatik sorunlar yaratmamak için bu hazırlıkların uygulamaya geçmediğini yazmıştır. 1919'un başında İstanbul'da birçok siyasi kriz yaşandı, sonunda 4 Mart'ta Damad Ferid Paşa liderliğinde İttihatçılardan arınmış yeni bir hükûmet kuruldu. Milliyetçiler ordunun kontrolünü ellerinde tuttular ama yeni Harbiye Nazın Şakir Paşa, genelkurmay başkanı Fevzi'nin (Çakmak) yerine Cevat Paşa'yı (Çobanlı) atadı. 9 Mart'ta tüm İttihat ve Terakki önderleri tutuklandı.[191]

Tüm bu siyasi karışıklıklar sürerken Mustafa Kemal, RaufAli FuatFahrettinRefetKâzım Karabekirİsmet gibi subaylarla sık sık görüşüyordu. Ali Fuat ile beraber askerlerin terhis edilmesini durdurmak, eldeki silah ve mühimmatı korumak ve aynı fikirleri paylaştıkları subay ve sivilleri kilit görevlerde tutmak üzerine bir harekât planı yapmıştı. Bu fikirler Genelkurmay'da görevli subaylar tarafından da paylaşılıyordu.[192] Bu esnada Anadolu'nun ve Trakya'nın farklı bölgelerinde Müdâfaa-i hukuk cemiyetleri kuruluyordu. Mustafa Kemal ve diğer subaylar bu cemiyetlerle ilişkiler kurmaya başlamıştı.[193] Şubat 1919'da Ali Fuat 20. Kolordu komutanı olarak Ankara'ya, 13 Mart'ta ise Kâzım Karabekir 15. Kolordu komutanı olarak Erzurum'a atandı. Mustafa Kemal de Anadolu'da bir görev almayı hedefliyordu.[194]

Nisan ayında Harbiye Nazırı Şakir Paşa tarafından çağrılan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa'nın (Çakmak) vekili Tuğgeneral Kâzım'ın (İnanç) da yer aldığı bir kararla Doğu Anadolu'da Rumların tacizlerini çözme görevi ile 9. Ordu müfettişliğine atandı. Karar 30 Nisanda resmen açıklandı ve kısa süre sonra kabine tarafından onaylandı. Bu görev kapsamında Mustafa Kemal bölgede düzeni sağlayacak, silahların toplanıp güvenli bir yerde depolanmasını denetleyecek, ordunun 'şuralar' kurduğu konusundaki raporları araştıracak ve eğer bunlar gerçekse, uygulamaya son verdirecekti. Mustafa Kemal'in de etkisinin bulunduğu[194] bu kararla yalnızca 9. Ordu ile doğu ve orta Anadolu'daki sivil yöneticiler ona bağlanmakla kalmıyor, daha batı ve güneydeki bölgelerin komutanları ve sivil yöneticileri de isteklerine uymakla yükümlü tutuluyorlardı.[195] 15 Mayıs'ta genelkurmay başkanlığına bir veda ziyareti yaptı; burada gizli bir görüşmede genelkurmay başkanlığından ayrılmak üzere olan Fevzi Paşa (Çakmak) ve halefi Cevat Paşa (Çobanlı) ile görüştü. Fevzi Paşa ile silah ve malzemelerin İtilaf Devletleri'ne teslim edilmemesi, Anadolu'da Kuvâ-yi Milliye'ye dayanan bir yönetim kurulması ve askerî harekâtların sadece savunmayla sınırlı kalmaması yönünde bir anlaşmaya vardılar. Mustafa Kemal Cevat Paşa'dan kişisel bir şifre aldı, Fevzi Paşa ise subaylar ve silahların Anadolu'ya gönderilmesini örgütledi. Ardından padişah ile son bir görüşmede bulundu ve 16 Mayıs'ta kurmaylarıyla beraber Samsun'a doğru Bandırma Vapuru'yla yola çıktı.[196][194]

Samsun'a çıkışı

Ana madde: Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı

Harbiye Nezareti'nin Mustafa Kemal Paşa'yı 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği'ne tayin yazısı.İleri gazetesinin 6 Ekim 1919 tarihli "Mustafa Kemal Paşa" başlıklı yazısı.

2 Şubat 1919 tarihinde Mersinli Cemal Paşa doğudaki Osmanlı ordularını mütareke koşullarına göre düzenlemek için müfettiş olarak Anadolu'ya gönderilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükûmetine nota verdiler. Doğuda Türklerin silahlanıp Hristiyanları öldürdüğünü, buna karşı önlem alınmasını talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından işgal kuvvetlerinin Yüksek Komiserlerinin verdiği notalar gereğince olağanüstü yetkilerle donatılarak Vilâyat-ı Sitte'deki (Altı Vilayet) Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları bastırmak için görevlendirildi.[197] Karadeniz'deki İngiliz Ordusunun komutanı General Sir George Milne'in, Mustafa Kemal'in görevi ile ilgili yazdığı bir mektuba cevaben Harbiye Nezareti 24 Mayıs'ta verdiği yanıtta Mustafa Kemal'in görevinin 1. ve 3. Kolorduları kapsadığı ve askeri birliklerin bakanlık emirlerine itaati, top kamalarını sökülmesini kontrol etmek ve halkın huzursuzluğunu önlemek olduğunu bildirdi. Gerçekte ise Mustafa Kemal ile kolordu komutanları Erzurum'daki Kâzım Karabekir ile Sivas'taki Refet'in (Bele) amacı askeri malzemelerin teslimini engellemekti. Yunanların Ege bölgesinde ilerlemesini önlemek isteyen Genelkurmay da bu amacı paylaşıyordu.[198]

Atatürk, gazeteci Falih Rıfkı Atay'a Samsun'a hareket etmeden önce Vahdettin ile olan son görüşmesini anlatmıştır. Bu görüşmede VahdettinSamsun'a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa'ya "Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!" demiştir. Ancak Atatürk, Vahdettin'in samimiyetinden emin olamadığını, onun İtilaf Devletleri'nin siyasetine uygun hareket ederek bu siyasete karşı gelen Türklerin yatıştırılmasını istediğini anlatmıştır.[199] Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Kurmay Albay Refet Bey (Bele), Kurmay Albay Kâzım (Dirik) Bey, Kurmay Albay 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey, Dr. Albay İbrahim (Talî Öngören) Bey, Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey, Dr. Binbaşı Refik (Saydam) Bey, Binbaşı Kemal (Doğan) Bey, Yüzbaşı Cevat Abbas (Gürer) Bey ve Yüzbaşı Ali Şevket (Öndersev) Bey ile beraber Samsun'a çıktı.[200]

İşgale karşı direniş hareketleri 30 Ekim 1918'de ateşkes imzalanmasının hemen ardından müneferit biçimde başlamış olmasına rağmen, Mustafa Kemal ve yanındaki çoğu kurmay olan komutanların Samsun'a çıktığı 19 Mayıs 1919 günü, Türk Kurtuluş Savaşı'nın fiili başlangıç tarihi olarak kabul edilmektedir.[201][202] Bir hafta boyunca Mantıka Palas'ta kaldığı bu süreçte, bölgede meydana gelen çatışmaların sebebini araştırmış ve padişah Vahdettin tarafından verilen görevin aksine, işgalcilere karşı bizzat yerel Kuvâ-yi Milliye örgütlerinin kurulmasında rol oynamıştır.[203]

21 Mayıs'ta güvenlik durumunu görüşmek üzere İngiliz güvenlik subayı Yüzbaşı L.H. Hurst ve iki meslektaşıyla buluştu. İngilizlerin Osmanlı hükûmetinin ülkeyi yönetemediği ve birkaç yıl yabancı müdahalesine ihtiyaç olduğu görüşlerine karşı çıktı, Samsun bölgesindeki sorunların Rumların ayrılıkçı hedeflerine son verdiği anda çözüleceğini ve Osmanlı topraklarında Yunanların egemenlik hakkı olmadığını bildirdi.[204] Samsun'da birkaç gün daha kalan ve görüşmeler yapan Mustafa Kemal, bu bir haftanın sonunda Havza'ya geçti. Kasabada iyi karşılanan Mustafa Kemal, halktan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin bir şubesini açmalarını istedi.[205] Mustafa Kemal'in Havza'daki hareketleri Rumlar tarafından Yüzbaşı Hurst'e aktarılmıştı; Hurst'ün raporu üzerine 8 Haziran'da Yüksek Komiser Amiral Calthorpe, İngiliz dış işleri bakanlığına konuyu bir telgrafla bildirdi. Bunun üzerine İngiliz yetkililer Osmanlı hükûmetine Mustafa Kemal'in görevinden alınması yönünde baskı yaptı. Aynı gün sadrazam vekili, İngiliz yetkililere kabinenin Mustafa Kemal'i geri çağırmaya karar verdiğini açıkladı; Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa ise Mustafa Kemal'in gitmesine kendilerinin izin verdiğini anımsattı ancak Mustafa Kemal'e "İstanbul'a dönerek kendisini onurlandırmasını" bildirdi. Mustafa Kemal 11 Haziran'da zaman kazanma amacıyla neden geri çağrıldığını sordu.[206] Havza'da geçirdiği on yedi gün sonunda, Rauf'tan (Orbay) iç kesimlere yolculuk yapmasını engelleyecek bir İngiliz müfrezesinin gönderilebileceği haberini alınca 13 Haziran'da kimseye haber vermeden Refet'in (Bele) bir tümeninin yer aldığı ve daha güvenli olan Amasya'ya gitmeye karar verdi.[207]

Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal Paşa, bir koltukta otururken

Mustafa Kemal 13 Haziran'da, Ali Fuat ve Rauf 19 Haziran'da, Refet ise 20 Haziran'da Amasya'ya vardı.[207] Bu esnada Batı Anadolu'da Yunan işgalleri devam ediyor, Redd-i İlhak Cemiyetleri İstanbul hükûmetine ve İtilaf devletlerine protesto telgrafları gönderip direniş çağrıları yapıyordu. Bu hareketliliğin Paris'te görüşmeler yapan Osmanlı heyetini zora düşüreceğini düşünen Dahiliye Nazırı Ali Kemal, 16 Haziran'da ülkedeki bütün postanelere protesto telgraflarını kabul etmemeleri için talimat gönderdi.[208] 18 Haziran'da Mustafa Kemal, 1. Kolordu komutanı Albay Cafer Tayyar'a çektiği bir telgrafta İstanbul'daki hükûmetin gücünü yitirdiğini, Anadolu halkının ulusal bağımsızlık için birleştiğini, Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinin tek bir isim altında birleştirilmeleri ve Anadolu içinde bir yerden yönetilmeleri gereğini, Trakya'daki cemiyetten bir-iki delegenin Sivas'a gönderilmesini yazmıştı.[209]

Mustafa Kemal hazırladığı bildiri taslağını 19-20 Haziran'da RaufRefet ve Ali Fuat ile görüştü. Genelge hazırlandıktan sonra Konya'daki 2. Ordu Müfettişi Cemal (Mersinli) ile Erzurum'da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir'e gönderilerek onayları alındı. 22 Haziran 1919'da Amasya Genelgesi'ni yayımladı. Daha sonra bütün mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla ulaştırıldı.[209]

Amasya Genelgesi İstanbul'da bulunan işgal güçlerinin tepkisi çekmiştir ve İngilizler Mustafa Kemal'i İstanbul'a geri getirmek için İstanbul Hükûmeti üzerindeki baskılarını arttırmıştır. Bu sırada İçişleri bakanı olan Ali Kemal Bey bir genelge yayımlayarak Mustafa Kemal'in iyi bir asker olduğunu ancak İngiliz baskısı sonucu görevinden alındığını ifade etmiştir. Amasya Genelgesi'nde vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu, İstanbul hükûmetinin üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiremediği, bu durumun milleti yok olmuş gibi gösterdiği anlatılmıştır. Genelgede "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan edilmiştir. Anadolu'nun her bakımdan güvenli bir yeri olan Sivas'ta bir kongre toplanacağı belirtilmiştir. Bu kongreye katılmak için her ilden 3 temsilcinin seçilerek gönderilmesi ve temsilcilerin seyahatlerini gizli tutmaları istenmiştir. Doğu illeri için de Erzurum'da bir kongrenin toplanacağı, daha sonra Erzurum Kongresi üyelerinin de Sivas'a katılmak üzere hareket edeceği belirtilmiştir.[210]

Erzurum Kongresi

Mustafa Kemal'den kurtulmaya kararlı olan tek hükûmet üyesi Dahiliye Nazırı Ali Kemal, 23 Haziran'da yerel yetkililere gönderdiği genelgede yerel yöneticilere "kendisi ile hiçbir resmî işleme girişmemeleri, hükûmet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemeleri" için emir verdi. Telgraftan habersiz olan Mustafa Kemal ve Rauf, 26 Haziran'da Amasya'dan ayrılarak Erzurum'a geçti. Sivas valisi Reşit Paşa, Mustafa Kemal'i nasıl karşılaması gerektiğini İstanbul'a sorduğunda Ali Kemal ile Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa arasında şiddetli bir kavgaya sebep oldu; iki nazır da 26 Haziran'da istifa etti. Yeni dahiliye nazırı Reşid Akif Paşa, Sivas valisine gönderdiği telgrafta Mustafa Kemal'in görevinden uzaklaştırılmış herhangi bir general gibi karşılanması gerektiğini bildirdi.[211]

Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal'i 3 Temmuz'da Erzurum'un 15 km dışında karşıladı ve konuklarını törenle Erzurum kalesinin karargahına götürdü. Kente gelir gelmez Refet'ten bir an önce ordudan istifa etmesi ve Erzurum'da güvenlik altında kalması yönünde telgraf aldı. İngilizler ulusal ve yabancı-karşıtı duyguların merkezi hâline geldiğini düşünüyordu. Mustafa Kemal ertesi gün Sultan Vahdettin'in tahta çıkışının yıldönümü vesilesiyle ona sadakatini bildiren bir tebrik telgrafı gönderdi.[212] 7 Temmuz'da 3. Ordu müfettişi olarak bütün komutanlara gönderdiği son emrinde askeri ve ulusal örgütlerin kesinlikle dağıtılmaması, komuta kademelerinin teslim edilmemesi, cephane ve silahların verilmemesi ve "düşman" birliklerin bundan sonra atacakları adımlara karşı askeri tepki gösterilmesini, ordunun hilafetin güvenliğini sağlayabilecek tek unsur olan ulusal iradenin aracı olduğunu belirtti. Açık bir başkaldırı olan bu emrin ardından Amiral Calthorpe, Refet ile Mustafa Kemal'in derhal geri çağrılmalarını istedi. 8-9 Temmuz gecesi Mustafa Kemal, Harbiye Nazırı Ali Ferid Paşa ile telgraf üzerinden saatlerce görüştü. Görüşme sonunda görevinden alınacağını hisseden Mustafa Kemal istifa etti, Ferit Paşa ise görevden alındığını söyledi.[213]

Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı.[214] Kongre başında Kâzım Karabekir, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin iki üyesinin istifa ettirerek Rauf (Orbay) ile Mustafa Kemal'in tam üye olarak kongreye katılmalarını sağladı.[215] 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında gerçekleşen kongrede 56 delege yer aldı. Mustafa Kemal ilk başta hazırlık komitesi başkanı seçildi, daha sonra yine Karabekir'in çabasıyla kongre başkanı seçildi.[215] Yaptığı konuşmada ülkenin bölünmekte olduğunu, İstanbul hükûmetinin güçsüzlüğünü ve İtilaf devletlerinin entrikalarını anlattı; ülkenin kaderini elinde tutacak bir ulusal yönetim kurulabileceğinden bahsetti.[215]

Kongreye İstanbul hükûmetinden ciddi itirazlar gelmişti. Kongrenin kendini parlamento yerine koyduğu, bu nedenle derhal sona erdirilmesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının derhal tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesi isteniyordu. Mustafa Kemal'in önerisiyle padişah, hükûmet, askeriye ve sivil otoritelere gönderilen bir metinde suçlamalar reddedildi ve saraya bağlılık açıklandı. Ardından yayımlanacak bildiri içeriği ve tüzük maddeleri görüşüldü, bir Heyet-i Temsiliye kuruldu.[216]

7 Ağustos'ta Erzurum Kongresi Beyannamesi yayımlandı. Bu bildiride millî sınırlar içinde vatanın bölünmez bir bütün olduğu, vatanı korumayı ve bağımsızlığı sağlamayı İstanbul hükûmeti sağlayamazsa, geçici bir hükûmet kurulacağı, Hristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalık verilemeyeceği, manda ve himayenin kabul edilemeyeceği kararlaştırılmıştır.[217]

Mustafa Kemal kongrenin kapanışından sonra üç hafta daha Erzurum'da kaldı. Erzurum'a yerleşmiş emekli bir binbaşıdan aldığı borç ile Sivas'a yolculuk giderlerini karşıladı. 29 Ağustos'ta makineli tüfekli bir müfrezenin eşliğinde üç arabalık bir konvoyla Mazhar MüfitRauf ve Raif Efendi eşliğinde Erzurum'dan yola çıktı, Erzincan'da Fevzi Efendi de kendisine katıldı. 2 Eylül'de Sivas'a vardı.[218]

Sivas Kongresi

Mustafa Kemal Paşa Cemil Cahit Bey ile Sivas'ta, Eylül 1919.Mustafa Kemal (ön sırada, ortada) ve bazı Sivas Kongresi katılımcıları.

Sivas Kongresi 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplandı. Kongreye Mustafa Kemal dahil toplam otuz sekiz delege katıldı, Ege'deki direniş örgütleri Sivas'a delege göndermediler. Mustafa Kemal itirazlara rağmen kongrenin ilk gününde başkan seçildi. Ertesi gün delegeler İttihat ve Terakki Fırkası'nı canlandırmayacaklarına dair yemin ettiler ve Millî Mücadele'yi, Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'na girmesine sebep olan fırkadan ayrı tutmaya çalıştılar.[219] 4 Eylül'de Ahmet İzzet Paşa'nın ABD mandasının istenmesi konusunda bir muhtırası Kâzım Karabekir'e getirilmişti; Karabekir bu bilgiyi Mustafa Kemal'le paylaştı. Mustafa Kemal ağustos ayında milliyetçi Halide Edib (Adıvar) ile Karakol Cemiyeti'nin başı Kara Vasıf'ın da bulunduğu etkili bazı vatanseverlerin ABD mandasına taraftar olduklarını da öğrenmişti. 8 Eylül'de Erzurum Heyet-i Temsiliye üyesi eski vali Bekir Sami (Kunduh), kongreye ABD mandasının kabul edilmesini isteyen yirmi beş imzalı bir önerge sundu. Mustafa Kemal, kentte bulunan Amerikalıların herhangi bir resmî görevi olmadığını belirtti. Kongre sonuç olarak, ABD senatosundan ülkeyi temsil etmeyen İstanbul hükûmeti ile bir barış anlaşması imzalamadan önce Türkiye'ye bir araştırma komisyonu gönderilmesini isteyen bir mektup gönderilmesine karar verdi; ancak ABD Senatosu'nun 19 Kasım'da ABD'nin Milletler Cemiyeti'ne üyeliğini onaylamamasıyla da bağlantılı olarak bu konu görüşülmedi.[220] Manda fikrinin ortadan kalkmasının ardından kongre tarafından birleşik bir Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti'nin tüzüğü hazırlandı. Temsil Heyeti genişletildi ancak tüm heyet Mustafa Kemal'i lider olarak kabul etmeye devam etti.[220][221]

11 Eylül'de yayımlanan Sivas Kongresi Beyannamesi'nde Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı gün işgale uğramamış vatan topraklarının bir bütün olduğu ve birbirinden ayrılamayacağı vurgulanmıştır. Kuvâ-yi Milliye'nin tek kuvvet olarak tanınması ve millî iradenin egemen kılınmasının esas olduğu belirtilmiştir. Rumların ve Ermenilerin toprak iddialarına karşı çıkılmıştır. Millî iradeyi temsil etmek üzere Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin derhal toplanması ve hükûmet kararlarının meclisin denetimine sunulması istenmiştir. Sivas Kongresi'nde bütün millî cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.[222][223]

Kongre döneminde İstanbul hükûmeti Mustafa Kemal'in tutuklanması için girişimlerde bulunmuş, 3 Eylül'de daha sonra Ali Galip Olayı olarak anılacak bir girişimde Dahiliye Nazırı Adil ve yeni Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa, Elazığ valisi Ali Galip'e Mustafa Kemal'i tutuklayıp kongreyi dağıtmasını emretmişti. Ali Galip Malatya'ya gelerek İngiliz yüzbaşı Edward Noel ve Kürt Bedirhan ailesinin bazı bireyleri ile görüştü. Olası bir girişime karşı Kâzım Karabekir, 7 Eylül'de küçük bir süvari bölüğünü Malatya'ya gönderip Bedirhanları tutuklama emri verdi. Bunun üzerine Ali Galip, Yüzbaşı Noel ve Bedirhanlar Suriye'ye kaçtı.[223] İstanbul hükûmeti ayrıca Ankara valisi Muhittin Paşa'ya Sivas'a gidip kenti denetime alma emri vermiş ancak Ali Fuat'ın emriyle yoldayken milliyetçiler tarafından tutuklanmıştır.[223]

Bu başarısız girişimler, milliyetçilerin Anadolu'nun işgal edilmemiş kısımlarında sivil yönetimi denetime almalarına yol açtı. 24 Eylül'de Trabzon valisi tutuklandı; 26 Eylül'de Konya valisi Refet'in (Bele) şehri ele geçirmek üzere yola çıktığı haberi üzerine şehri terk etti. Bu gelişmelerin ardından Anadolu kontrolünü yitireceğini anlayan İstanbul hükûmeti, 27 Eylül'de Abdülkerim Paşa arabuluculuğunda Mustafa Kemal ile telgraflaştı. Mustafa Kemal bu görüşmede Damad Ferid Paşa'nın istifasını istedi. 30 Eylül'de Damad Ferid istifa etti, yerine Ali Rıza Paşa sadrazam olarak atandı.[224] Bu olayların ardından İstanbul hükûmeti, Heyet-i Temsiliye ile görüşmek üzere Bahriye Nazırı Salih Paşa'yı Anadolu'ya göndermeyi önerdi. Mustafa Kemal, Amasya'da görüşmeyi kabul etti. 20-22 Ekim arasında üç gün süren pazarlığın ardından zayıf bir anlaşmaya varıldı. Mustafa Kemal'in ısrarıyla protokol hâline getirilip imzalanan bu görüşme ile hükûmet Heyet-i Temsiliye'yi tanımış oldu.[225]

TBMM'nin açılışı

Mustafa Kemal 27 Aralık 1919'da Ankara'ya ulaştı. 1919 sonunda yapılan Meclis-i Mebûsan seçimlerinde Mustafa Kemal Erzurum'dan mebus seçildi ama Ankara'da kalmaya kararlıydı. Mustafa Kemal'in öncelikli hedefi milliyetçi vekilleri Müdafaa-i Hukuk Grubu adında bir partide toplamak ve meclis başkanı seçilmekti. Bu şekilde meclis İstanbul'da özgürce çalışamazsa yasal olarak seçilmiş delegeler adına hareket etme yetkisine sahip olacaktı.[226] 29 Aralık'ta İstanbul hükûmeti Mustafa Kemal'in ordudan uzaklaştırılması emrini geri alarak madalyalarını iade etti ve kendi isteğiyle istifa etmiş olduğunu açıkladı.[227] Bu dönemde, Osmanlı topraklarının paylaşılması sürecinin son aşaması olup "Amerikan Mandası" olarak dile gelen dış politika sorunu da tartışılarak reddedilmiştir. Aralık 1919 tarihini taşıyan son ABD teklifinde "geniş bir Ermenistan yanında bir Türk Devleti" kurulması stratejik hedef olarak ortaya konulmuştur.[228] Ocak 1920'de Yunanların Batı Anadolu'yu ilhak edecekleri söylentileri yayılmaya başlamıştı. 9 Ocak'ta Albay Fahrettin (Altay) ile görüşen Mustafa Kemal, Yunanlara karşı Batı Anadolu'daki bütün birliklerin başına geçmeyi planladığını belirtti. Bu dönemde Ege'deki çetelerle irtibat kurmuş, düzenli orduyu çetecilere yardımcı olmaya ikna etmişti. Bu esnada Albay İsmet ile Ankara'da görüşmeler yaptı. Yunanistan ile savaşın kaçınılmaz olduğunu ancak düşman birliklerinin çeteler değil sadece düzenli ordu ile durdurulabileceğini belirtti.[227]

12 Ocak 1920'de Osmanlı Devleti'nin son meclis toplantısı 72 vekilin katılımıyla açıldı. İtilaf Devletleri yeni hükûmette Anadolu'daki milliyetçi komutanlar ile güçlü bağları olan Cemal Paşa'nın (Mersinli) harbiye nazırı, Cevat Paşa'nın (Çobanlı) ise genelkurmay başkanı olmalarına karşı çıktılar. Paşalar istifalarını sunmak zorunda kaldı. Bu esnada meclis başkanlığına Reşat Hikmet seçildi; kısa süre sonra öldüğünde yerini Celalettin Arif aldı; Fevzi Paşa (Çakmak) genelkurmay başkanlığına geldi, bazı diğer bakanların da değişimi ile 9 Şubat'ta yeni kabine güvenoyu aldı. Meclisteki milliyetçiler "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" yerine, padişahın bir konuşmasında geçen bir adla, "Felah-ı Vatan İttifakı" partisini kurdular. Mustafa Kemal bu dönemde Ankara'da beklemede kalarak, çevresindeki genç subaylarla çalışmalarını sürdürdü.[229]

28 Ocak 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebûsanı, temel hatları Amasya, Erzurum ve Sivas'ta Mustafa Kemal önderliğinde belirlenen Mîsâk-ı Millî kararlarını kabul etti, 17 Şubat'ta ise kamuoyuna açıkladı. "Türkiye" sözcüğünün ilk kez geçtiği[230][231] bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartlarını içermekteydi.[231] Bu esnada İtilaf Devletleri İstanbul'un işgal edilmesini görüşüyorlar, aynı zamanda belirsizlik sebebiyle Anadolu bir otorite boşluğu ortaya çıkıyordu. Şubatta milliyetçilere karşı ikinci Anzavur Ayaklanması gerçekleşti. 3 Mart'ta Sadrazam Ali Rıza Paşa istifa etti; yerine Salih Paşa geçti. Diğer İtilaf Devletleri'ni ikna eden İngilizler, 15-16 Mart gecesi yönetime el koydular, önemli binaları işgal edip Türk milliyetçilerini tutuklamaya başladılar. Tutuklanan milliyetçiler daha sonra Malta'ya sürülecekti. 18 Mart 1920'de İstanbul'daki son meclis toplantısı yapıldı ve meclisin süresiz tatil edilmesine karar verildi.[232]

İngilizlerin bu hamlesine karşılık Mustafa Kemal öncelikle Anadolu'daki İngiliz subaylarının gözaltına alınması emrini verdi. Daha sonra yeni bir seçim çağrısı yaparak, İstanbul'daki vekilleri Ankara'ya davet etti. Milliyetçilere yakın olan sadrazam Salih Paşa 2 Nisan'da istifa etti, Vahdettin onun yerine milliyetçi karşıtı Damad Ferid'i getirmeye karar verdi. Bu noktada saray ile milliyetçiler arasındaki bölünme tamamen netleşmiş, Türk milli direnişinin liderliği konusunda ise Mustafa Kemal'in ciddi bir rakibi kalmamıştı.[232] Mart-Nisan 1920'de İstanbul'daki milliyetçiler çeşitli yollarla Ankara'ya geçtiler. Mustafa Kemal bu esnada Ankara'da örgütlenmesini ilerletmiş, direniş hareketini anlatma amaçlı Anadolu Ajansı'nı kurmuştu. 11 Nisan'da meclis, padişah tarafından feshedildi ve şeyhülislam Kuvâ-yi Milliye'yi kâfir ilan eden ve öldürülmelerinin vacip olduğunu belirten bir fetva yayımladı. 18 Nisan'da Kuvâ-yi İnzibâtiye kurularak milliyetçilere karşı harekete geçirildi.[233]

23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Ülkenin her yanından milliyetçi örgütler Ankara'ya temsilciler göndermiş, İstanbul meclisinden gelenler de meclise katılmıştı. Meclis açılışında Mustafa Kemal, 1918'deki mütarekeden beri olanları açıklayan uzun bir konuşma yaptı. Meclisin sadece yasama değil yürütme yetkisini de elde tutmasını, üyeler arasından yürütme kuruluna uygun olanların seçilmesini istedi. 24 Nisan'da meclis faaliyetlerine başladı; yapılan yoklamada 120 delege hazır bulunmuştu. Mustafa Kemal 120 oyun 110'unu alarak Ankara mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak Millî Mücadele'yi yürütecek olan Anadolu hükûmetinin altyapısını kurdu.[234]

TBMM açıldıktan bir gün sonra Mustafa Kemal, yaptığı açılış konuşmasında I. Dünya Savaşı'na girmenin zorunlu olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir:

"Sonucunda felâket ve çok üzücü olaylara neden olan ve bu gün için milletimizin memnuniyetsizliğine yol açan Dünya Savaşı'na katılmamış olmak tabii ki çok daha iyi olurdu. Fakat buna maddeten imkân yoktu. Çünkü katılmama, silâhlanmış bir tarafsızlığı, yani boğazların kapalı bulundurulmasını gerektiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafi konumu, İstanbul'un stratejik durumu, Rusların İtilâf hükûmetleri yanında yer almış olması, bizim seyirci kalmamıza kesinlikle uygun değildi. Bunun yanı sıra silâhlanmış bir tarafsızlığın devamı için paramız, silahımız, sanayiimiz, kısaca, gerekli araç ve gerecimiz de bulunmuyordu. İtilâf devletlerinin ve özellikle İngilizlerin para vermemesi bir yana, gemilerimize el koyarak milletin dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği gemi yapımına ait yedi milyon liramızı zorla alıkoymaları, İtilâf devletlerinin savaş ilân etmesi, bizim savaşa katılmamızdan dört ay önce her yönüyle Osmanlı hükûmetinin zararına bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmasına karar verdiklerini ilan etmiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin yayınladığı gizli antlaşmadan da anlaşıldığına göre, İstanbul'un Çarlık Rusyasına vadedilmiş olması, savaşa İtilâf devletlerine karşı girmemizin zorunlu olduğunu gösteren açık delillerdir."[235]

Bir hafta sonra ise, 1 Mayıs 1920 tarihli The Mail gazetesi manşetine göre Mustafa Kemal verdiği röportajda Osmanlı'nın yıkılmasından, İslam'ın ayak altına alınmasından İngiltere'yi sorumlu tuttuğunu söyledi. Birliklerine atfedilen soykırım iddialarını da şiddetle reddettiğini belirtti; yalnızca fesat çıkaranların temizlenmesinde zorunlu olduklarını söyledi. Buna ek olarak "İngiltere'yi cezalandıracağım" diyen Mustafa Kemal, İngiltere'nin kolonilerinde isyan körüklemenin kendi elinde olduğunu ifade etti. Asi veya maceraperest olmadıklarını, meşru Türkiye'nin gerçek temsilcisi olduklarını dile getirdi.[236]

3-4 Mayıs'ta yapılan seçiminde Mustafa Kemal başkanlığında çalışacak on vekil belirlendi. Bu noktada Ankara Hükûmeti'nin ilk amacı, Damad Ferid'in körüklediği Kuvâ-yi İnzibâtiye'ye karşı iç mücadeleyi kazanmaktı. Mustafa Kemal'in yönlendirmesiyle Çerkez Ethem'in Kuvâ-yi Seyyâre'si Anzavur Ahmet'a karşı zafer kazandı. 14 Haziran 1920'de milliyetçilerin saldırısı ile Kuvâ-yi İnzibâtiye'nin bir kısmı taraf değiştirdi, kalanları İngiliz askerlerinin gerisine çekildi. 25 Haziran'da bu güç resmen dağıtıldı, yakalanan yedi subay ile bölgenin bazı önde gelenleri idam edildi.[237]

Bu esnada, 19-26 Nisan'da İtilaf Devletleri San Remo Konferansı'nda Osmanlı'nın bölünmesi planları üzerine çalışıyordu. Britanya başbakanı Lloyd GeorgeVenizelos'un Batı Anadolu'yu ilhak planını destekliyordu. Görüşmelerin ardından 22 Haziran'da bir yıldan uzun süredir Milne Hattı'nda bekleyen Yunan kuvvetleri, doğuya ve kuzeye doğru ilerleyerek 8 Temmuz'da Bursa'yı ele geçirdiler. Yunanlar İzmir'in kuzeyinden Marmara'nın güneyine dek tüm Ege sahillerini bir ayda işgal ettiler. 25 Temmuz'da Edirne düştü, 27 Temmuz'da tüm Trakya kaybedildi.[238]

Yunan işgali devam ederken Yozgat'ta Çapanoğlu Ayaklanması başladı. Bölgedeki düzenli birlikler isyanı bastırmakta başarısız olunca Mustafa Kemal, önce Kılıç Ali çetesini, ardından Çerkez Ethem'i görevlendirdi. İsyancılara karşı zafer kazanan Ethem, Ankara Valisi Yahya Galip'i kendi kurduğu askeri mahkemeye çıkartmak istedi; Mustafa Kemal tarafından güçlükle ikna edildi. Ekimde padişah taraftarları Konya'da hükûmet binalarını ele geçirdi, güneydoğuda ise bazı Kürt aşiretler isyan ettiler ama bu isyanlar başarıyla bastırıldı.[239]

10 Ağustos'ta İstanbul hükûmeti ile İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması imzalandı. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için Osmanlı meclisi tarafından onaylanması gerekiyordu. İstifa eden Damad Ferid'in yerine geçen Tevfik Paşa, Mustafa Kemal ile temasa geçmeye çalıştı. Ancak 19 Ağustos'ta yapılan meclis toplantısında Sevr'in kabul edilmesini öngören saltanat üyeleri ile imzalayan üç yetkili vatan haini ilan edildi.[240]

Mustafa Kemal bu dönemde İtilaf Devletleri'ne karşı diplomatik destek bulmaya da çalışıyordu. Hariciye vekili Bekir Sami (Kunduh) başkanlığında Sovyetler ile görüşmeye gönderilen heyet 19 Temmuz'da Moskova'ya vardı. Enver Paşa da 7 Ağustos'ta Moskova'ya varmış, İngilizlere karşı bir İslam ihtilali için Bolşevikleri etkilemeye çalışıyordu. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki'nin liderleri ile arasına mesafe koymaya özen gösterdi. Bolşeviklerin tehlikeli bir müttefik olduğunu düşünen Mustafa Kemal, hem iç hem de dış siyasette dikkatli bir denge politikası gözetti. Yapılan uzun görüşmelerin ardından Rusların Doğu Anadolu'da toprak talepleri net şekilde reddedildi; Bolşeviklerin Sarıkamış'ı Türklere bırakabilecekleri imasından faydalanan Mustafa Kemal Kâzım Karabekir'e Kars'ın batısını yeniden ele geçirme izni verdi. 29 Eylül'de zayıf bir Ermeni direnişine rağmen Sarıkamış alındı; 24-30 Ekim'de Kars Ermenilerden ele geçirildi. Mustafa Kemal'in talimatları ile Ermeniler üzerindeki baskı devam ettirildi; 18 Kasım'da Ermeniler tamamen yenilerek Ankara'nın koşullarını kabul etmek zorunda kaldılar. 3 Aralık 1920'de imzalanan Gümrü Antlaşması ile Ermenistan sınırı nihai hâlini aldı. Doğu sınırının güvene alınmasının ardından kuvvetler güneye kaydırıldı. Kilikya ve Kuzey Mezopotamya'daki çeteler düzenli ordu altına alınarak Mustafa Kemal'in emirlerini uygular hâle geldi.[241]

Hâkimiyetin sağlanması

Düzenli orduya geçiş

Ayrıca bakınız: Çerkez Ethem Ayaklanması

Merkezi denetimden uzak bulunan Kuvâ-yi Milliye örgütleri dağıtılarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Millî Mücadele'nin en kanlı çatışmaları, düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen Kuvâ-yi Milliye gruplarına karşı verildi. Mustafa Kemal'in en büyük sorunu, Yunanların toprak uğruna Türklerle savaşmaya hazır düzenli bir orduya sahip olmasıydı. Ankara'nın batı cephesindeki düzenli birlikleri zayıftı, bu sebeple hükûmet çetelere bağımlı durumdaydı; ayrıca bu çeteler güneydekilere göre Ankara'ya çok daha az bağımlıydılar. Ankara Hükûmeti 16 Mayıs 1920'de bütün milislerin düzenli orduya katılmasını ve giderlerin savunma bütçesinden karşılanmasını öngören bir yasa çıkartmıştı ancak Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe bağımsız davranmayı yeğliyordu. Bu esnada orduda firarlar da artmıştı. 11 Eylül'de çıkartılan bir yasa ile İstiklâl mahkemeleri kuruldu. 24 Ekim'de Çerkez Ethem ve düzenli ordunun Gediz'e gerçekleştirdiği bir hücum koordinasyon eksikliği sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandı. Mustafa Kemal bunun üzerine cephe komutanı Ali Fuat'ı görevden alarak Moskova'ya büyükelçi olarak gönderdi, cepheyi kuzeyde İsmet (İnönü), güneyde Refet (Bele) komutasına verdi. Refet Konya'da bir ayaklanmayı bastırdıktan sonra Demirci Mehmet Efe'nin üzerine yürüdü ve 30 Aralık'ta tutukladı.[242]

Daha fazla güce sahip olan Çerkez Ethem, önce Ankara'da kendine destek aradı, daha sonra Kütahya'ya kaçtı. 30 Aralık'ta Albay İsmet ve Albay Refet komutasında 15 bin asker Çerkez Ethem'e karşı saldırıya geçti ve Kütahya kalesini ele geçirdi. Çerkez Ethem, Reşit ve Tevfik kardeşlerin başlarında bulunduğu Kuvâ-yi Seyyâre'den 725 Çerkez Yunanlarla anlaşarak düşman hatlarının gerisine geçtiler, geriye kalanlar dağıldı, bir kısmı düzenli orduya katıldı.[242]

Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu

20 Ocak 1921'de anayasa görevi gören Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu çıkartıldı. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu belirten kanun ülkeye resmen Türkiye Devleti adını veriyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından yönetileceği bildiriyor ve padişahın neredeyse tüm yetkilerini TBMM'ye devrediyordu. Mustafa Kemal'in ısrarıyla padişahın adının hiç geçmediği kanunla ilgili tartışmalarda Mustafa Kemal saltanat ve hilafetin ilke olarak kabul edildiğini ancak bu kurumların ayrıcalıklarını tanımlamamanın daha iyi olacağını ileri sürdü. Anayasa ile ayrıca meclis tarafından teker teker seçilecek bir bakanlar kurulu bir başbakan seçecekti, gündelik işlerle ilgilenen bu göreve Fevzi (Çakmak) getirildi, Mustafa Kemal meclis başkanı olarak hükûmetin başında kaldı.[243]

İnönü Muharebeleri

The Sphere gazetesinin 1-5 Mart 1921'de "Ankara Hükûmeti ve Talepleri" başlığıyla yayımladığı harita. Başlığın altında verilen bilgi: "Kemalistler ya da milliyetçiler, gölgeli alanı etkin biçimde kontrol ediyorlar. Onlar, Yunanlar tarafından Ege'den sürüldüler fakat Trakya'yı, İzmir'i, Ermenistan'ı ve Basra Körfezi altındaki bütün Mezopotamya'yı talep ediyorlar".Kemal Paşa ve İsmet Paşa II. İnönü Muharebesi'nden sonra askerleri teftişte.

Ayrıca bakınız: Birinci İnönü Muharebesi ve İkinci İnönü Muharebesi

Birleşik Krallık Başbakanı David Lloyd George'a göre Yunanistan büyümeli ve İngiltere ile menfaatleri birleştirilmeliydi. Yunanistan boğazları Avrupa'ya açık tutmalı, Akdeniz'de İngiltere'nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Eğer böyle davranmazsa İngiliz donanması onu uslandırmak için yeterdi. Sevr Antlaşması'nın kuvvet kullanılmadan uygulanamayacağı anlaşılmıştı. İtilaf Devletleri ise kuvvet kullanacak hâlde değildi. İtilaf Devletleri, Yunanları yalnız Türk illerini alıp kendi vatanına katmak için değil kendi davalarını da yürütmek için Anadolu'ya çıkardı. Ancak İtilaf Devletleri de Türkiye'ye karşı uygulanacak politikalarda artık beraber değildir. İtalya, Yunanların Anadolu'ya yerleşmesinden dolayı rahatsızdı. Fransa ise Suriye'deki top

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 16.09.2023 - Güncelleme: 16.09.2023 22:16 - Görüntülenme: 122
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Kemal_AtatC3BCrk
  Beğen | 0  kişi beğendi